28 Ocak 2013 Pazartesi

KADRO HAREKETİ’NİN MİLLİYETÇİ ÖZELLİĞİ


KADRO HAREKETİ’NİN MİLLİYETÇİ ÖZELLİĞİ
Kadro hareketi Türkiye’deki aydın tipolojisini ve siyasal hayatı anlamak için önemli bir veridir.  Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye’ye gelen aydın tipolojisi genellikle devlete bağlılığı söz konusu olmuştur. Özellikle bu bağlılığı Kadro Hareketi’nde daha çok görmekteyiz. Kadro Dergisi’nin yayına başlaması ve kapatılması da devlet eli ile olması bunun bir göstergesidir. Siyasal hayat içinde önemli bir yeri olduğunu da söyleyebiliriz. 1930’ların Türkiye’sinde yapılan çalışmalarda bu hareketin izlerine rastlamak mümkündür. 1929 ekonomik buhranı ve Serbest Cumhuriyetçi Fırka deneyimi sonrasında gerek toplumda ve gerekse CHF çevresinde bir bezginliğin hakim olduğunu dönemde yayın hayatına başladı Kadro Dergisi. Kadrocular bezginliğin atılmasını ve iktidara gelmeden iktidarı etkilemek istemişlerdir. Bu konuda İlhan Tekeli ve Selim İlkin, “ Geri kalmış ülkelerde iktidar olabilmenin pahası ödemeden, iktidarda bulunanlara yol göstererek siyasal elit haline gelmek, aydınların kolayca etkisinde kaldığı bir özlem olmaktadır.”(1) diye bir eleştiride bulunuyor. Kadrocular iktidarı karşısına almadan, Türkiye’nin bir inkılap içinde olduğunu, inkılabın durmadığını ve devam edeceğini belirtmiştir. Tekeli ve İlkin’e göre bu inkılap ve oluşturulmak istenen ideoloji konusunda Kadrocuların kendilerine iki temel işlev tanımışlardır. Bunlar, “ inkılabın prensiplerini (altı ok diye de okuyabiliriz) terkip ve tedvin ederek (sentezleyip sistemleştirmek) bir ideoloji haline dönüştürmek ve inkılabın coşkusunu uyanık tutarak yaygınlaştırmaktır.”(2) Özetle ile söylemek gerekirse Kadrocular, siyasal eliti(İktidar ve çevresini) etkilemek ve oluşacak yeni ideolojinin ve hareketin temel noktası olmak istemişlerdir. Benim burada ele almak istediğim konu ise Kadro Hareketinin milliyetçi özelliğini incelemek.

Kadro Dergisi’nin içeriğini okuduğumuzda daha çok iktisadi konularına değinildiğini görüyoruz. Bunun temel nedeni ise sosyalizm ve komünizmden etkilenmeleri. Ayrıca “Kadro’nun sahibi Yakup Kadri Bey sayılmazsa, ötekilerin hepsi Türk sol hareketinde yer almışlardır.”(3) Kadro Dergisi’nin milliyetçi bir özelliği olduğunu kabul etmekle beraber milliyetçilik konusunu Ziya Gökalp ve Atatürk kadar ele alınmadığı kanısındayım. Özellikle Ziya Gökalp kadar milliyetçiliğe değinmemesinin iki sebebi olduğunu söyleyebilirim. Bunlardan ilki, Ziya Gökalp faktörüdür.  Ziya Gökalp’ın yeteri kadar millet, hars ve medeniyet konularını işlemesi, bunun sonucunda Ziya Gökalp’ın Atatürk’ün fikir babası olması ve manevi değerinin toplumda çok yüksek olmasıdır. Kadro çevrelerince Ziya Gökalp’a eleştiriler yapıldığı gibi övgülerde yapılmıştır. Şevket Süreyya, “ Ziya Gökalp, Türk tarihinde bir devrin ideolojisini en güzel temsil eden adamdır.”(4) sözü ile bir anlamda onun sosyoloji konusuna özellikle milliyetçilik konusuna pek girmiyor. Aslında girmekte istemiyor. Çünkü Atatürk’ü ve siyasal eliti karşısına almak istemiyor. Diğer bir sebep ise Kadrocuların çoğunun eski solcu olması ve ekonomiye daha çok önem vermesidir. Fakat şu bir gerçek ki Kadro Dergisi’nin birçok sayısında milliyetçi söylemi görebilmekteyiz.
Özellikle Ziya Gökalp’ın Türklerin Kürtleşmesi endişesini, Kadrocular da taşıyor. Kadrocular milliyetçi fikirlerini daha çok “Derebeyi ve Dersim” başlığı altında ele almıştır. Şevket Süreyya Türklerin Kürtleşmesini, Osmanlı İmparatorluğu’nun yapısına bağlamaktadır. Süreyya “Osmanlı İmparatorluğu devrinde Van ve Diyarbekir eyaletlerinin tarihi, bu yerlerde Türk nüfusunun, Türk dilinin ve Türk harsının ezilmesi, temsil olunması ve yabancılaşması tarihi oldu. Van ve Diyarbekir eyaletlerinde Osmanlı sarayının hıyanetine uğramış, küçük çiftçilik yerine toprak köleliği, serbest mübadele yerine mübadelesiz tabii iktisat rejimini, medeni seviye yerine yazı ve hars yokluğunu temsil eden geri bir derebeyliğin lokması kılınmıştır.”(5) Osmanlı döneminde Kürdistan bölgesinde Türklerin bir anlamda asimile edildiğini söylemektedir. Ayrıca o bölgeye de geri kalmış bir derebeylik olarak niteliyor. Bu söylem içerisinde Kürt aşiretlerine bir saldırı ve hedef gösterme söz konusudur.  “Derebeyi ve Dersim” yazısına baktığımız da Kürtleri koyu dinsizlikle suçlamakta ve kurdukları sistemi de vahşi olarak göstermektedir. Milliyetçiliğin uç noktasını şu cümleler ile dile getirmekte; “ Türk serbest iktisat ve cemiyet nizamiyle Kürt feodalizminin mücadele ettiği yerlerde, tekke, bu feodalizmin bir vahşi teşkilatıdır ve bu teşkilatın hedefi, Türk nüfusunun dilini, dinini, ve serbest tefekkürünü izale etmektir. Eski Türklerde din bir gönül rabıtasıydı. Halbuki Kürt tekkesinde aslolan koyu dinsizliktir.”(6) Görüldüğü gibi burada hem bir millete hakaret hem de bir inanca olan hakaret mevcut. Bunun temel sebebi ise Kürt’ün varlığından ve idare veya yönetim sahibi olmasından kaynaklanan bir rahatsızlık. Bu rahatsızlığın giderilmesi için oraya Türk’ün sahip olduğu tüm manevi değerleri götürülmesi gerektiği kanısındadırlar. Bunu da şöyle açıklamaktadırlar, “Asırlardan beri karşısında beyden, şeyhten ve eşkıyadan başka bir şey görmeyen Şark vatandaşına iyi idareci, iyi mualim olacak ve Türk inkılabının temsil ettiği iktisat, hukuk ve kültür prensiplerini vatanın bu hücra bucaklarına götürecek idealist ve yetişkin bir gençlik kadrosuna muhtacız.”(7)  Buradan da anlaşılacağı gibi Kürt kültürü ve idari yapısı küçümsenmekte ve aşağılanmaktadır. Medeniyetin bir simgesi olarak gördüğü Türk kültürü ve inkılaplarını bu topraklara götürülmesinde hem fikirlerdir.

Kadro Hareketi,  inkılabı benimsemeyen çevrelere de çok sert eleştiriler getiriyor ve inkılap taraftarı olmayanların zor yolu ile bağlanacakları söylenmekte. Kadro Dergisi’nde sarf edilen cümlelere geçmeden önce İnkılabın ne olduğuna bakmakta fayda vardır. İnkılabın ne olduğunu ise Şefik Hüsnü (Kadroculara gönderilen mektubun Şefik Hüsnü’ye ait olduğu tahmin ediliyor) şu cümleler ile açıklamaktadır. “ Türkiye’de inkılap ismi verilen şeyler fes inkılabı, harf inkılabı, mecelle ve cumhuriyet inkılabından ibaret gibi görünüyor. Bizim fes inkılabı dediğimiz şeye Avrupalılar kıyafet veya serpuş modası derler. Kıyafetle, serpuşla inkılap yapmak mümkün bulunmuş olsaydı, esasen inkılabın manası kalmazdı.”(8) Elbette inkılabın iktisadi ayağı var. Fakat Şefik Hüsnü’nün belirtiği ve temel olarak inkılaba baktığımızda bir kültürün oluşturulması söz konusudur. Bu hem sosyal hem de ekonomiktir. Kadrocuların bu inkılabın dayatıcı olmasını şu cümlelerle dile getirmekte; “ İnkılap, tarafsız bir nizam değildir. Onun içinde yaşayanların, taraftar yani inkılaptan yana olsunlar veya olmasınlar, ona intibak etmeleri, uymaları lazımdır. İnkılap, ona taraftar olmayanların iradelerinin, ona taraftar olanların iradelerine, cebir ve zor yolu ile, kayıtsız şartsız bağlanmaları demektir.”(9) İnkılabı bir kültür olarak ele alırsak ve halkın bu inkılaba zor yolu ile uyması söylemi milliyetçi ve dayatmacı bir zihniyetin işareti olduğunu söyleyebiliriz. Bu acıdan Kadrocuların toplumda milliyetçi bir söylemin olduğunu ve toplumu homojenleştirmeye çalıştığını söyleyebiliriz.
‘Yeni bir millet dokusu’  bölümüne baktığımızda ise Türk millet dokusunu tarih, kan, dil, gelenek ve toprağa bağlamaktadır. Kadrocular bu millet dokusunu çağdaş anlamda işlemek istiyor. Şevket Süreyya Aydemir, “Biz, tarihimizden gelen kan, dil ve gelenek malzemesi ile, artık bizim olan, yani karışık bir imparatorluğun macera alanı olmayan bir vatan toprağı üstünde, şimdi milletimizin, çağdaş anlamda yeni dokusunu işlemek zorundayız.”(10)  söylemi içerisinde bulunuyor.  Ayrıca Kadrocular milliyetçiliklerini sosyal milliyetçilik kavramı olarak açıklamışlardır. Bu sosyal milliyetçiliğe göre “İmtiyazsız, sınıfsız bir millet kuruluşu: sosyal milliyetçilik. İşte devletçilik bu yeni sosyal milliyetçiliğin bu yeni soysal ulus kurumunun bir müjdecisi oldu-İktisatta devletçilik, fikirde ve kültürde devletçilik politikada devletçilik.”(11) Kadro Hareketini milliyetçi özelliğini iyi irdelediğimizde aslında resmi tarih anlayışı ve resmi millet tanımından pek farklı değildir. Mustafa Kemal’in savunduğu “Güneş Dil Teorisi” ve Türk Tarih Kurumu’nun ortaya attığı düşüncelerin Kadrocuların da benimsediğini söylemek mümkün. Kadrocular, “ Dergideki yazılarda kullanılmayan ökonomi, ulus, bitik, ülkü vb. sözcükler kullanılmıştır. Ayrıca Türk soyunun insan yaşayışı için gerekli olan bütün şeyleri ilk önce bulduktan ve başardıktan sonra insan düşünüşünü üstünleştiren bütün kültür elemanlarını ve dili, yazıyı, türeyi ve yasayı da yarattığı ve aleme armağan ettiği ileri sürülmektedir.”(12)   Kadrocular sadece buna inanmakla kalmayıp, bu milletin daha aleme öncülük yapacağı işlerin olduğuna ve inkılabın devam etmesi gerektiği söylemi de buraya düşmektedir. Kadrocuların Türk milletin soyunu en eskilere dayandırması ve diğer milletlerden üstün olduğu söylemi bize pek yabancı gelmiyor. Benedict Anderson’un söylemiyle “Benzer bir şekilde Kemal Atatürk devlet bankalarından birini Etibank, bir diğerini Sümerbank diye adlandırdı. Kuşkusuz, büyük bir ihtimalle Kemal’in kendisi de dahil olmak üzere bir çok Türk, Hitit ve Sümer’lerde kendi atalarını görüyor.”(13)
Aslında Kadro Hareketinin yapmak istediği evrensel bir şey değildi. Yukarda belirtildiği gibi milliyetçi bir oluşum olmaktır. Türklüğün yüceltilmesi ve diğer toplumlardan farklı olduğunu göstermek onların temel hedefiydi. Onuncu yıl kutlamalarında Kadro Dergisi’nin inkılap hakkındaki yorumu ise şöyle olmuştur: “Tarih bütünlüğü, Yurt bütünlüğü, Dil bütünlüğü, Dilek bütünlüğü, ve Türk varlığını yükseltmek işinde iş ve mücadele bütünlüğü. İşte Milli inkılap hareketimizin mevzuu budur!”(14) Kadro Hareketinin milli inkılap hareketimiz olarak değerlendiği konuların ne kadar milliyetçi bir yapısı taşıdığı gözler önünde.  Ayrıca Tekeli ve İlkin’in belirtiği gibi “milli kurtuluş hareketi, milli mücadele, milli istiklal, milli iktisat, ulusal ekonomi, milli Pazar, milli sermaye, milli sanayi” kavramları olumlu bağlamda 200 defadan fazla kullanılmıştır. Bu dönemde her şeyin önüne “milli” sözcüğü getirmek de manidardır. Bu Kadro Hareketinin ne kadar milliyetçi bir söylem yarattığının en önemli göstergesidir.
SONUÇ YERİNE
Bu yazıda, Kadro Hareketi’nin ne olduğu ve temel amaçlarının neler olduğuna değindim. Kadro Dergisi’ndeki Yakup Kadri Karaosmanoğlu hariç diğer yazarların sosyalist bir geçmişleri olması ve daha önce Türk solu içinde yer almalarına rağmen milliyetçi bir söyleme bürünmelerine değindik. Aslında sol bir söylemde bulunduklarını da iddia edemeyiz. Fakat geçmişte sosyalizmden etkilenmeleri ve 1929 ekonomik buhranın getirdiği ekonomik kriz üzerine iktisadi konulara daha çok ağırlık verdiler. Kadro Hareketi cumhuriyetin bir ideolojisi olması gerektiğine inanıyordu. Ayrıca bu inkılapların devam etmesi gerektiğini savunuyordu. Her ne kadar iktisadi konular üzerinde dursalar da milliyetçi söylem içine girmişlerdir. Bu milliyetçi söylem bir anlamda resmi millet tanımı ve milliyetçilikten pek farklı değildir. Özellikle bu milliyetçilik söyleminin hedef tahtası gene Kürtler olmuştur. Kürtlerin koyu dinsiz olmakla suçlanmış, inanışlarına hakaret edilmiş ve Türk kültürün-inkılabın onlara götürülmesi kanısındadırlar. Aslında Kadro Hareketi’nin Mustafa Kemal’den izin alınıp açılması ve yine Mustafa Kemal’in isteği üzerine kapatılması her şeyi çok iyi anlatıyor. Kadro’cuların devlet söyleminin dışına çıkamadığının bir göstergesidir. Bu acıdan da milliyetçilikte de devletin benimsediği milliyetçilik söyleminin dışına çıkamamıştır. Milliyetçilik söylemlerinde Türklerin yüceltildiğini ve her şeyin Türklük  ve devlet için yapılması gerektiğine inanılmıştır. Bu da Kadro Hareketi’nin diğer konularda olduğu gibi milliyetçilik konusunda da aydın olamaması söz konusudur. İsmet Özel’in dediği gibi   “Bugün olduğu gibi dün de Türkiye’de düşünce hayatı devletin istediği, olmasından yarar umduğu, olmasıyla devletin işleyişine katkıda bulunan bir düşünce hayatıdır.”

"Türkiye'nin entelektüel tarihi" adlı dersinden bir çalışmamdır.(Şafii ÇELİK)

KAYNAKÇA
1.      Tekeli.İ, İlkin.S (1984) Toplum ve Bilim Dergisi, Bir Aydın Hareketi:Kadro s.36 Birikim Yayınları
2.      Tekeli.İ, İlkin.S (2003) Kadrocuları ve Kadro’yu Anlamak s.149  Tarih Vakfı Yurt Yayınları
3.      Alemdar, Korkmaz. Basında Kadro Dergisi ve Kadro Hareketi ile İlgili Bazı Görüşler s. 37
4.      Aydemir, Şevket Süreyya, <<Ziya Gökalp>>, Kadro, Sayı 2 (Şubat 1932) s. 33
5.      Aydemir, Şevket Süreyya, <<Derebeyi ve Dersim>>, Kadro, 1932 Cilt1 (tıpkıbasım)  s. 42-43
6.      Aydemir, Şevket Süreyya, <<Derebeyi ve Dersim>>, Kadro, 1932 Cilt1 (tıpkıbasım)  s. 43
7.      Aydemir, Şevket Süreyya, <<Derebeyi ve Dersim>>, Kadro, 1932 Cilt1 (tıpkıbasım)  s. 45
8.      Tekeli.İ, İlkin.S (2003) Kadrocuları ve Kadro’yu Anlamak s.557  Tarih Vakfı Yurt Yayınları
9.      Aydemir, Şevket Süreyya(1932) İnkılap ve Kadro s.85 Bilgi Yayınevi
10.  Aydemir, Şevket Süreyya(1932) İnkılap ve Kadro s.186  Bilgi Yayınevi
11.  İlhan, Oğuzhan Atilla (2011) Cumhuriyet İdeolojisinin Oluşmasında Kadro
Dergisi ve Kadro Hareketinin Rolü s. 68 (Yüksek Lisans Tezi)
12.   Tekeli.İ, İlkin.S (2003) Kadrocuları ve Kadro’yu Anlamak s.412  Tarih Vakfı Yurt Yayınları
13.  Anderson, Benedict (2007) Hayali Cemaatler s. 26 Metis Yayınları
14.  Tekeli.İ, İlkin.S (2003) Kadrocuları ve Kadro’yu Anlamak s.399  Tarih Vakfı Yurt Yayınları






AHMET AĞAOĞLU’NUN DİNE(İSLAM) BAKIŞI



AHMET AĞAOĞLU’NUN DİNE(İSLAM) BAKIŞI
Ahmet Ağaoğlu’nun dine bakışını anlayabilmek için dönemin siyasi ve toplumsal hareketlerine bakmak gerek. Dönemin siyasi ve toplumsal hareketlerine veya özelliğine baktığımız da Ağaoğlu’nun da görüşünün veya kaleminin değiştiğini söyleyebiliriz. Benedict Anderson’un deyişiyle hayali cemaatlerin gün yüzüne çıktığı bir dönemdi 1900’ler. Aslında hayali cemaatler 1900’lerin başında pek görülmez. Birinci Dünya Savaşı’nın hemen sonra gün yüzüne çıktığını söyleyebiliriz. Bu dönemde her ne kadar dinde bozulmalar görünse de, aydın ve dini liderler toplumun bozulmasını gerçek anlamda dini yaşamadıklarını veya anlayamadıklarından kaynaklandığını dile getirdiler. Bu acıdan Ağaoğlu’nun dine bakışı da farklılık gösteriyor.1901’de yazdığı İslamlıkta Kadın kitabı, İslam’ı hem yüceltirken hem sosyal hem de siyasal bir hareket olduğuna değinen Ağaoğlu 1920’de yazdığı Üç Medeniyet’te ise “Din (İslam) kul ile Allah’ın arasını düzenleyen bir prensipler sisteminden ibarettir.”(1) diyor. Ağaoğlu’na göre Doğu Medeniyeti ve Türkiye’nin geri kalmasının temel nedenlerinden biri dinin hayatımızda maddi ve manevi kısımlarına hâkim olmasıdır. Ağaoğlu’nun din hakkındaki görüşünü ele alırken İslamlıkta Kadın, Üç Medeniyet ve Serbest İnsanlar Ülkesinde kitaplarını incelememiz gerek.
İslamlıkta Kadın kitabında Ağaoğlu, İslam’ı hem sosyal hem de siyasal bir hareket olarak ele alıyor. İslam dinin adeta Arabistan coğrafyasında devrim etkisi yarattığını dile getiriyor. Özellikle kadınlara verilen hakları Ağaoğlu şöyle yorumluyor, “Muhammed, onlara, öylesine geniş haklar tanıdı ki, Fransa gibi bugünün bazı memleketleri bile hala bu hakları tanımak cesaretini gösterememişlerdir. Kur’an’ın koyduğu esaslara göre kızlar, anneleriyle babalarının mirasını alabileceklerdir. Kız çocukları, ergenlik çağına erdikten sonra, istedikleriyle evlenebileceklerdir.”(2) Ağaoğlu aslında dinin sadece birey ile Allah arasında olan bir bağdan ziyade İslam’ın sosyal ve siyasi anlamda yaptığı etkiyi gözler önüne seriyor. Bugün bile çoğu devletlerin gelişimine veya demokrasisine bakıldığında kadın haklarına ve kadının rolü baz alınıyor. Fikir akımlarının, sosyal ve siyasal hareketlerin baş gösterdiği ve bütün dünyayı etkileyen Fransa’da bile bu hakların olmadığını dile getiriyor. Kur’an’ın ve Muhammed’in kadınlara verdiği önemi anlamak için Ağaoğlu Nisa Suresi’ni işaret ediyor. Bu surede “ Ey insanlar! Sizi aynı maddeden yaratan, ondan da eşini yaratan ve ikisinden de bir çok erkekler ve kadınlar üretip yaratan Allah’tan korkunuz!”(3) Ağaoğlu’nun dediği gibi bu kelimeler, o devrin puta tapan Arap’ı için, onun bütün geleneklerini, göreneklerini, anlayışlarını, dünya görüşünü alt üst eden korkunç bir yenilik, başlı başına bir inkılap mahiyetini taşımakta idi. Buda İslam’ın insanların maddi ve manevi hayatlarına özetle söylemek gerekirse yeni düzeni(sosyal, siyasal ve ekonomik) oluşturmaktı.
Ağaoğlu’nun Üç Medeniyet kitabında ki Din bölümüne baktığımız da ise çok farklı bir anlayış görüyoruz. Hemen ilk paragrafta radikal bir söylem içine girmiş. Dinin kapsam alanın sınırlandırılması gerektiğini ve dini zihniyet ve anlayışça yanlış olduğumuzu şu cümlelerle dile getirmektedir. “Dini zihniyet ve anlayışça, biz henüz ortaçağ devrini geçmedik. Biz, dini bir vicdan emri ve yaradanla kul arasındaki manevi bağı düzenleyen bir amilden ziyade, hayatımızın maddi ve manevi kısımlarının hepsine hakim bir prensipler bütünü olarak kabul ederiz.”(4)  Çağdaş cemiyetlerin din hakkındaki anlayış tarzının bu merhalesini dört yüzyıl önce geçirdiğini dile getiriyor Ağaoğlu. Oysa ki İslamlıkta Kadın kitabında dinin sosyal ve siyasal etkisinin önemine değiniyordu. Hatta o dönemin en çağdaş ülkelerinde bile İslam’ın kadınlara verdiği değeri Batılıların vermediğini dile getiriyordu. Diğer yandan Ahmet Ağaoğlu bu bölümde Hristiyanlık ile İslamiyet’i karşılaştırmıştır. Hz. İsa’nın dünya işlerine karışabilmek için ne vakit bulduğunu, ne de kudret. Ayrıca Ağaoğlu, “Hz. İsa’nın kendini cemaat başkanlığında bulmadı ki, cemaatın maddi hayatını düzenlemek ihtiyacını da duysun. İncil dünya işlerine karışmamıştır.”(5) diyor. İncil’i tam olarak incelediğimde Hz. İsa’nın öğrencileri ve bunun yanında bir cemaatinin var olduğunu söyleyebiliriz. İncil’de Hz. İsa  beş bin kişiyi doyurdu diye yazıyor ve bu beş bin kişi onun yolunda gidenler olduğu yazılmakta. O dönem için büyük bir cemaat sayabiliriz.  Bu demek oluyor ki Hz. İsa bir cemaate sahip ayrıca İncil Ağaoğlu’nun dediği gibi değil. Dünya işlerine karışmıştır. Bunun bir örneği olarak öğrencilerden bir Hz. İsa’ya sonsuz yaşama kavuşmak için nasıl bir iyilik yapmalıyım diye sorar. Hz. İsa ise “Adam öldürmeyeceksin, zina etmeyeceksin, çalmayacaksın, yalan yere tanıklık etmeyeceksin, annene ve babana saygı göstereceksin ve komşunu kendin gibi seveceksin.”(6) Kur’an’da olduğu gibi İncil’de de insanın maddi ve manevi hayatlarına değinmekte ve bir yol çizmekte. Fakat Ağaoğlu dini bir anlamda cemiyetten ayırmak istiyor ve dini sadece kilise ve cami ile sınırlandırmak istiyor. Ağaoğlu, “Din, cemiyet için kanunlar koymaya, insanların fikir ve duygularını önlemeye yeltenmesin, halkın kendi hayatını istediği biçimde düzenlemesine mani olmasın.”(7) diyor. Bütün fikirler yaşamak için insanların fikrine ve duygularına hitap etmeye çalışır. Bu konuda tüm fikirler özgür olduğu gibi din de özgür olmalıdır. Senin dinin sana, benim dinim bana prensibi zaten dinde var. Ayrıca din sosyal ve siyasal bir sistem kurmak için var. Kur’an, İncil, Tevrat ve diğer kutsal kitaplar bunun bir kanunu gibidirler. Dini sadece mekan ile sınırlandırmak veya yaradanla kul arasında bir bağ olarak görmek dini anlamamak demektir. Bir diğer kısımda ise şöyle diyor: “İslamiyet’te esas, inançlarla ibadetlerdir. Bunlar ebedidir, değişmez. İkinci derecede olan ise, dünya işlerine ait olan kısımlardır. Bunlar İslamiyet’e tesadüfi olarak girmiştir.”(8) Dünya işleri ile ilgili olan hadislerin veya olayların tesadüfi olarak girdiğini söylemek pek doğru olmaz. Dört halifeden sonra özellikle Abbasiler ile beraber İslam bir anlamda cemiyetin veya devletin egemenliği altına girdiğini ve böylece bozulmaların yaşandığını söyleyebiliriz. Fakat İslam’ın sadece Kur’an’dan ibaret olduğunu söyleyemeyiz. Bir karar alınırken Kur’an, sünnet, hadis ve kıyasa bakılır. Bu acıdan dünya işleri ile ilgili olan başta sünnet, hadis ve kıyası bir kenara atamayız. Keza faiz, adam öldürmek, hırsızlık, haram ve helal ve buna benzer binlerce hayatı düzenleyen konular Kur’an’da mevcut. Bunun için İslamiyet’e tesadüfi olarak girdiğini söylemek ve dini sadece bir bağ olarak değerlendirmek doğru bir tespit olmadığına inanıyorum. “ İnançlar ve ibadetlerde dine bağlı olduğumuzu halde, dünya işlerinde tamamıyla serbestiz. Dünya işlerinde istediğimiz gibi tasarruf edebiliriz.”(9)  İslam’ın yukarda alıntıladığım gibi olmadığını düşünüyorum. İslam’ın farzlarından olan zekatın yeri ne olacak. Ayrıca İslam israfı asla doğru bulmuyor. Her şeyin bir ölçüsü vardır. Özellikle dünya işlerinde hele maddi acıdan hiç öyle değil. Sezai Karakoç bu konuda şu noktaya vurgu yapmakta: “İslam’da malın üzerinde üç katlı bir mülkiyet vardır. Kişinin, cemiyetin, Allah’ın… Her şeyden önce mal Allah’ındır, sonra cemiyetindir, sonra kişinindir. Kişinin arzusunu cemiyet kaideleri, cemiyetin aruzlarını da ilahi kaideler sınırlar.”(10) Bu bakış acısı ile yaklaşırsak dünya işlerinde istediğimiz gibi tasarruf edemeyiz. Her şey bir düzen ve nizam içinde yürütülür.
Ağaoğlu’nun Serbest İnsanlar ülkesinde ki din anlayışına baktığımızda ise biraz daha farklılık gösterdiğini söyleyebiliriz. Özellikle dini çıkarları doğrultusunda kullananların hem dine hem de o cemiyete zarar verdiğini şu cümleler ile dile getirmektedir: “Dini menfeatperestlik aleti yapmağa koyulduklarından din de revnakını kaybetmeğe başladı ve onunla beraber onu temsil eden zümre aşağıya doğru yuvarlandı.”(11)
Sonuç yerine
Bu yazımda Ahmet Ağaoğlu’nun dine bakış acısını ele aldım. Ahmet Ağaoğlu dönemin şartları ve yaşadığı çevre etkisi ile düşüncesinde farklılıklar olduğunu söyleyebilirim. İslamlıkta Kadın kitabında İslam’ın devrimci yönüne çok vurgu yapmakla beraber, insanlığa getirdiği eşitlik prensibinin batılı devletlerde bile bulunmadığını söylemekte. İslam Medeniyetinin Arap coğrafyasında yaptığı etkiyi dile getiriyordu. Bu etkiyi yazarken de hem sosyal hem de siyasal sistem göz önünde bulunduruyor. İslam’ı bir düzen olarak gördüğünü söyleyebiliriz.  Fakat Birinci Dünya Savaşı’nda sonra Malta’da sürgün iken ele aldığı Üç Medeniyet kitabında neredeyse tam karşı tez sunuyor. Doğu devletlerin ve Türkiye’nin geri kalmasının tek nedenin din olduğunu belirtiyor. Din cemiyetten ayrılmadığı sürece bunun yanı ortaçağın bizim için devam edeceğini söylüyor. Din sadece kul ile yaradan arasında bir bağ olarak görüyor. Fakat Mevdudi bu konuda tam zıt fikirlere sahip olduğunu söyleyebiliriz. Mevdudi dini şöyle ele almaktadır “ Kur’an din kavramını bazen birinci ve ikinci manaları(hakimiyet, egemenlik ile itaat ve boyun eğme) bazen üçüncü(düzen) bazen de dördüncü manası (yargı, ceza) ile kullanmakta; bazı ayetlerde ise din diyerek, dört ana kısımdan oluşan söz konusu mükemmel düzeni kastetmektedir.”(12)Mevdudi’nin söylemine bakarsak bir düzen var  ve bu düzen içinde yaptıkların sana yargı, ceza olarak veya mükafat olarak geri dönecek. Demek oluyor ki yapman ve yapmaman gereken bazı şeyler var bu düzen de. Ağaoğlu gibi dini sadece bir bağ olarak görmüyor. Mükemmel bir düzen olarak görüyor. Ahmet Ağaoğlu Serbest İnsanlar Ülkesinde olduğu gibi insanların dini yanlış anladıklarını veya menfaatleri doğrultusunda dini kullandıkları için toplum olarak geri kalındığını dile getiriyor. Ahlakı da din ile aynı çerçeveye koymuyor. Dindar olup, ahlaksız olan birçok kişiyi örnek veriyor. Bu noktada Ağaoğlu’nun dine bakış acısının kitaplarında ve yaşadığı dönem içinde farklılık gösterdiğini söyleyebiliriz.

"Türkiye'nin entelektüel tarihi" adlı dersinden bir çalışmamdır.(Şafii ÇELİK)
KAYNAKÇA
1.      Ağaoğlu,Ahmet (1972) Üç Medeniyet s.38 Milli Eğitim Basımevi
2.      Ağaoğlu,Ahmet (1901) İslamlıkta Kadın s.30 Nebioğlu Yayınevi
3.      Ağaoğlu,Ahmet (1901) İslamlıkta Kadın s.28 Nebioğlu Yayınevi
4.      Ağaoğlu,Ahmet (1972) Üç Medeniyet s.19 Milli Eğitim Basımevi
5.      Ağaoğlu,Ahmet (1972) Üç Medeniyet s.20 Milli Eğitim Basımevi
6.      İncil(Matta) (2012) s.41 Yeni Yaşam Yayınları
7.      Ağaoğlu,Ahmet (1972) Üç Medeniyet s.29 Milli Eğitim Basımevi
8.      Ağaoğlu,Ahmet (1972) Üç Medeniyet s.39 Milli Eğitim Basımevi
9.      Ağaoğlu,Ahmet (1972) Üç Medeniyet s.41 Milli Eğitim Basımevi
10.  Karakoç, Sezai(2005) İslâm s. 83 Diriliş Yayınları
11.  Ağaoğlu, Ahmet(1930) Serbest İnsanlar Ülkesinde s. 71 Sanayi Nefise Matbaası
12.  Seyyid Ebu’l-A’lâ el- Mevdudi(2001) Kur’an’ın Dört Temel Terimi s. 128 Özgün Yayıncılık