12 Eylül 2012 Çarşamba

Dünyamıza inecek ölüm


Dünyamıza inecek ölüm

21.yüzyılı ve insanoğlunun geleceğini tehdit eden önemli sorun, küresel ısınmadır. Küresel ısınma ile gelen iklim değişikliği, tüm canlıların hayatlarını ciddi anlamda olumsuz etkiliyor ve etkileyecek. Bilim adamları ve dünya liderleri bu sorunun çözümü için hemen harekete geçmezse, milyonlarca insan ve diğer varlıklar hayatını kaybedecek.

20. yüzyılda dünya iki büyük dünya harbine tanıklık etti. Yapılan bu savaşlar sonucunda milyonlarca insan ve diğer varlıklar hayatını kaybetti. Yeryüzü nükleer silahlarla büyük tahribatlar yaşadı. 21. yüzyıl geçmiş yüzyıldan çok mu farklı olacak. Bilim adamlarının açıklamasına göre çok farklı olmayacak hatta çok daha büyük felaketler getirebilecek. BM İklim Değişikliği raporunda, bazı bölgelerde yaşam şartları çok zorlaşacağı, çöllerin kapladığı alan genişleyeceği, su kaynakları azalacağını, beklenmedik afetlerin sayısı artarken Asya, Avrupa, Afrika susuzluk, Amerika kıtası ise hortumlarla uğraşacağı yazmakta. İnsanoğlunun doğaya hakim olma isteği sonucunda küresel ısınmanın var olduğunu söyleyebiliriz. Doğaya egemen olma isteği ve ormanları yok ederek mega kentler ve modern kentler kurmanın ve tüketim çılgınlığın getirdiği bu ağır bedellerden kurtulmanın tek yolu küresel ısınmayı ve etkisini anlamak ve bu çerçevede bir an önce harekete geçmek ve ülkelerden somut adım beklemektir.
Rakamlarla küresel ısınma
 Küresel ısınmayı ve iklim değişikliği önlemek ve buna bir çözüm bulmak amacıyla 1992’den beri bir çok toplantı ve raporlar hazırlandı. BM rapora göre, buzulların erimesiyle birlikte, 2020 yılında su sıkıntısı çeken kişi sayısı 1,2 milyarı bulacak. Ortalama hava sıcaklığı, 1990’daki seviyenin 1,5 derece üzerine çıkarsa, dünyadaki canlıların 1/3’ünün soyu tükenecek.Kuzey Kutbu’ndaki buzullar, 2100 yılına kadar yüzde 22-33 arasında azalacak. Buzullar, Antarktika’da tamamen ortadan kalkabilir. Özellikle bilim insanlarının tahminlerine göre, 2005’te Grönland’dan eriyerek denize karışan su miktarı 1996’daki düzeyinin tam iki katına çıktı. Grönlad buzullarının bütünüyle erimesi halinde tüm okyanuslardaki su seviyesi 7 metre yükselebilir. Grönland’dan yılda eriyen buzul miktarı İstanbul’un yıllık toplam su tüketiminin tam 300 katı.
Rapora göre, eğer önlem alınmazsa önümüzdeki 25 yıl içinde su kaynakları azalan fakir ülkeler, açlık ve ölüm tehdidi altında kalacak. Bu nedenle 60’a aşkın ülkede çatışmalar çıkacak.Raporun en can alıcı noktası ise, küresel ısınmanın dünyanın çehresini değiştirmeye şimdiden başladığı tespiti.
Leeds Üniversitesi öğretim üyesi Profesör Chris Thomas tarafından Nature dergisinde yayınlanan bir yazıda da  “küresel ısınma 2050’ye kadar bitki ve hayvan türlerinin ¼’ünü ya da 1 milyondan fazlasını yok edeceği yazılmakta.” Otomobiller ve fabrikaların gaz yayılımında en büyük etkenler olduğunu vurgulayan Thomas, yayılan gazların, 21. yüzyılın son yıllarına doğru ortalama sıcaklıkları tarihte görülmemiş düzeylere yükselteceğini belirtmekte. Ve eğer bir çözüm üretilmezse, türlerin kitlesel tükenişlerinin tarihte görülmemiş boyutlara ulaşabileceğine dikkat çekmekte.  Ayrıca  James Hansen, meteorologları bir araya getiren Operation Sierra Storm toplantısında yaptığı bir konuşmada, dünyanın sıcaklığının son 30 yılda 1°C arttığını belirterek, bugünkü sıcaklığın son 400 bin yılın en üst seviyesi olduğuna vurgu yaptı. Hansen, yeryüzünün bu yüzyılda 3°C daha ısınmasının felâket olacağını söyledi. Bu gelişmelere karşı tedbir almak içinse en fazla 10 yıl kaldığını duyurdu. Diğer yandan Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre, sıtma ve yetersiz beslenme gibi nedenlerden milyonlarca kişi ölümle yüz yüze gelecek. Bütün bu veriler bize gösteriyor ki, yeryüzünü cehenneme çevirmeye ramak kalmış. Eğer hemen harekete geçilmez ve bugünkü eğilimler tersine çevrilmezse, Nazım Hikmet’in dediği gibi dünyamıza inecek ölüm.
 
İklim Değişikliği
Küresel ısınmadan dolayı dünya ısısı her geçen gün artmaktadır. Sıcaklığın artmasıyla buzulların erimesi sonucunda deniz seviyelerinde de büyük bir yükselme görülüyor. Kıyı bölgelerde yağış miktarının artacağı söylenmekte ve iç bölgelerde ise durum daha çok kötü olacak. Sıcak havanın etkisi ile kuraklık baş gösterecek. Bu iklim değişimine ayak uyduramayan birçok bitki ve hayvan türleri yok olacak. Doğanın besin zinciri bozulacağı anlamına geliyor.
Küresel ısınmanın Türkiye’ye etkileri
Diğer devletlerden çok farklı olacağını söyleyemeyiz. Özellikle İstanbul Teknik Üniversitesi Avrasya Yerbilimleri Enstitüsü, küresel ısınmasının, Türkiye üzerindeki etkilerine ilişkin bir senaryo hazırladı. Bu senaryoya göre, küresel ısınma aynı şekilde devam ederse, 2070’te Türkiye genelinde sıcaklıklar 6 derece kadar yükselecek. Ekosistem değişecek, canlı türleri yok olma tehlikesi yaşayacak.
Türkiye’nin batısında sıcaklıklar 5 ile 6 derece, Orta ,Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde 3 ile 4 derece yükselecek. Kış ayalarında ise sıcaklıklar 2 ile 3 derece yükselecek
Senaryoya göre, 2070 yılında Karadeniz Bölgesi’nde yağışlar yüzde 10 ila 20’lik artış gösterecek, güneyde ise yüzde 30’a kadar azalacak.    
Çözümler ve Uluslararası önlemler
Doğaya pervasızca hükmetmektense, doğadaki enerjiyi kullanmak, küresel ısınmanın çözümlerinden biridir. Küresel enerjinin yüzde 80’i fosil yakıtlardan elde ediliyor. Fosil yakıtların içinde bulundurduğu karbon ve hidrojen elementleri küresel ısınmanın artmasına neden oluyor. Doğalgaz, kömür ve petrol gibi fosil yakıtları kullanacağımıza güneş enerjisi, rüzgar enerjisi, jeotermal enerji, hidroelektrik ve biyoenerji kullanılırsa küresel ısınmanın önüne geçmiş oluruz. İşte bu nedenle yenilenebilir enerji kaynakları çok önemlidir.

Uluslararası önlemlere baktığımız zaman ilk ciddi konferansın 5-12 Haziran 1992 tarihinde Rio Konferansı’dır. Bu konferans sonucunda Rio Deklarasyonu yayımlanmış; Birleşmiş Milletler ve Avrupa Topluluğu ülkelerinin de içinde bulunduğu 184 ülkenin taraf olduğu Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 21 Mart 1994 tarihinde yürürlüğe girmiştir.Bu sözleşmeye göre iki çalışma grubu oluşturulmuştur. Birinci çalışma grubunda ülkelerin CO2 ve öteki sera gazı emisyonlarıyla ilgili yükümlülükler; ikinci çalışma grubunda ise yasal ve kurumsal mekanizmalar ele alınmıştır.   Daha sonra 1997 yılında Kyoto Protokolü imzalamıştır.  2009 yılına kadar  bir çok toplantı ve konferans oldu. 2009’da Kopenhag’ta  İklim Zirvesi yapıldı.  Kopenhag İklim Zirvesi net bir anlaşma olmadan dağıldı. ABD ve 25 ülkenin yaptığı mini anlaşmayı küçük ülkeler kabul etmedi. Mini plan en çok +2 derece ısıma ve yoksullara yardım öngörüyor. Ancak bağlayıcı olmayan bu planı da katılımcılar onaylamadı.

Kaynakça;







Enflasyon önlenebilir


Enflasyon önlenebilir

Gazetelerin ekonomi sayfalarında ve halkın dilinde enflasyon her ne kadar canavar olarak gösterilse de önlenebilir bir şey olduğunu biliyoruz. Gelişmiş ve gelişmekte olan birçok ülke bunu başarmış. Türkiye’de ise geçmişte çok yüksek enflasyonlu yıllar yaşandı fakat 2004’te yılında enflasyon tek haneli rakama yani %10’un altına düştü ve ülke için önemli bir gelişme. Fakat yine de tükettiğimiz ve tüketmediğimiz birçok ürün yerini enflasyon sepetinin içinde buluyor.

İnsanlar çeşitli sebeplerle genelde fiyatların ne kadar arttığını öğrenmek isterler. Günlük hayatta çok tüketilen veya satın alınan mal ve hizmetlerin fiyatların artmasına enflasyon diyoruz. Bu enflasyon kavramı veya terimi 20. yüzyılın olayıdır. Her ülkenin bir enflasyon sepeti olur ve her ülkenin enflasyon sepeti birbirinden farklıdır ve birbirine benzemez. Gelişmiş ülkelerde enflasyonla mücadele de önemli adımlar atılmış ve bir anlamda da bunu başarmışlar. Türkiye  ise son dokuz yıldır enflasyonla iyi mücadele edilmektedir. Sıkı maliye ve basiretli para politikalarının bir sonucu olarak 2004 yılında enflasyon tek haneli rakamlara inmiştir. Enflasyon sepetinin neye yaradığını, enflasyonla mücadelede neler yapılması gerektiğine, ekonominin yapı taşlarının neler olduğu sorularına yanıt bulmak istedik. Dünyaca tanınan ekonomist Asaf  Savaş Akat’a sorularımızı yönlendirdik.

Enflasyon oranı

Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) ile hesaplanan Türkiye’nin enflasyon oranı, 1993-2002 dönemindeki ortalama %70,4’den, 2010 yılında son 41 yılın en düşük değeri olan %6,4’e düşmüştür. Ancak yıllık TÜFE oranı 2010 Aralık ayında %10,45 olarak gerçekleşmiştir.
Yıl boyunca, enflasyondaki artışın en büyük kaynağı alkollü içecekler ve tütün grubundaki artış olmuştur. Bir önceki yılın aynı ayı ile karşılaştırıldığında endeksteki en yüksek artış %18,50 ile alkollü içecekler ve tütün grubunda gerçekleşmiştir. Çeşitli mal ve hizmetler (%17,14), ulaştırma (%12,22), gıda ve alkolsüz ve içecekler (%12,21), ev eşyası (%11,04) artışın yüksek olduğu diğer harcama gruplarıdır.
2011 yılı Aralık ayında endekste kapsanan 445 maddeden; 73 maddenin ortalama fiyatlarında değişim olmazken, 255 maddenin ortalama fiyatlarında artış, 117 maddenin ortalama fiyatlarında ise düşüş gerçekleşmiştir.

ENFLASYON: Fiyatlar genel seviyesinin
sürekli olarak artmasıdır.

TÜFE (tüketici fiyat endeksi): Tüketici
tarafından satın alınan mal ve hizmetlerin
fiyatlarındaki değişiklikleri ölçer.

TEFE (toptan eşya fiyat endeksi):
Ekonomide üretim faaliyetinde yer alan
maddelerin fiyatlarındaki değişiklikleri toptancı aşamasında ölçer.




Şafii Çelik: Bir ülkede enflasyon sepeti neye yarar,  nasıl ve neye göre oluşturulur?

Asaf  Savaş Akat: İnsanlar çeşitli sebeplerle genelde fiyatların ne kadar arttığını öğrenmek istiyorlar. Tabi burada en önemlisi çalışan kesim,  ücretle maaş artışlarını bir hesaba bir ölçüye dayandırmak istiyor. Nitekim ilk enflasyonun ölçülmeye başlanması o amaçla olmuştur, dünyanın her yerinde.  Ücrete ne kadar zam yapacağız? Bu soruya cevap verebilmek için, genelde fiyatların ne kadar yükseldiğini bilmek lazım ki daha önceki yıl satın alabildiklerini ortalamada, bu yıl da alabilsinler. Sendikaların gelişmesi, enflasyonun ölçülmesi, fiyatların artışların ölçülebilmesi ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. İlk ölçmenin adı da yaşam maliyeti endeksleridir. İnsanın neleri kullandığına bakmak lazım. Neleri tüketiyor, onun tükettiklerinin fiyatları ne kadar artmış? Dolayısıyla o tüketimin maliyeti ne kadar artmış ona bakmak lazım. Bu amaçla sepet dediğimiz bir şey hesaplanmış oluyor. O da şöyle hesaplanmış oluyor, hem dünyada hem de ülkemizde. Farklı kesimden, farklı bölgeden çok sayıda tüketicinin, bu rakam çok yüksektir. Bunların bir ay içinde yapmış oldukları bütün harcamalar ayrıntılı bir şekilde izleniyor. Bunları defterlere yazılıyor. Sadece ne aldıkları değil, nerden aldıkları, kaç para verdikleri, fişlerini ve faturalarını getiriyorlar. Dolasıyla ülkede tüketicilerin hangi malları ve hizmetleri nerden satın aldıklarına dair yani pazardan mı alıyor,  BİM’den mi Migros’tan mı yoksa köşe başı bakkalından mı alıyor?  Kimisi minibüse, kimisi arabaya, kimisi metroya; kimisinin akbili var, kimin faturalı telefonu var, kimin yok , kimisi paket kullanıyor, kimisi tezek yakıyor, kimisi  doğalgaz. Tüm bunlar toplanır ve sonra Türkiye için ortalama bir tüketim sepeti oluşturulur.  Kimsenin sepeti buna benzemez. Buna benzemesi mümkün değil. Çünkü  Türkiye’de insanların 3/1 kira da oturuyor, diğer 3/2 si ise kendi evinde oturuyor.  Dolasıyla biz kira dediğimiz zaman  bunun sepetteki toplam Türkiye’deki harcamadaki ağırlığı 3/1 ödediği kiradır. 3/2 si kira ödemez. Dolasıyla o 3/1 sepetinde kira baya yüksek yer tuttuğu için ortalama %10, 15 yer tutar. Halbuki kira ödemeyen %0 dır. Kira ödeyenin de bütçesi  %30’dur. Halbuki bizim sepete %16 olarak girer. Arabası olan adam, otomobil harcaması, benzin harcaması, otomobili olan ile olmayanın toplanıp, toplam harcamaya bölünür. Halbuki otomobili olanın harcaması büyük , olmayanın yoktur.  Hiç kimse ortalamayı yakalayamaz. Dolasıyla o sepet hiçbir tek kişinin hayat yaşam maliyetini ölçmez ama bütün ülkenin ortalamasını ölçer. Türkiye’de taze meyve, sebze fiyatları günden güne çok büyük dalgalanmalar gösterebilir.  Kar yağar, patlar gider. Üç gün sonra kar kalkınca fiyatlar çöker gider. Örneğin ıspanak ve salatalık. Onlara göre birtakım yöntemler vardır. Neticede bunlar hesaplanır, fiyatlanır, yeni mallar eklenir. Az kullanılmaya başlanılan mallar çıkartılır. Cep telefonu geldiğinde eklemek gerekir. İnternet geldiğinde adsl fiyatını eklemek gerekir. Cep telefonu geldiğinde sabit telefonun değeri düşer. Devamlı revize edilen bir sepettir bu. Mutlak olarak bunları ölçmek imkan dahilinde değildir. İki sebepten dolayıdır. Birincisi fiyat hareketlerine karşı tüketicinin de tepkisi vardır. Ispanak fiyatları artınca kimse ıspanak almaz. Halbuki sen onu alıyorlarmış gibi fiyata katarsın. İkincisi malların kalitesi artar, kaliteleri değişir. O kalite değişiklikleri sana aynı fiyata daha kaliteli mallar verir. Bunu da düşünmek lazımdır. Böyle zorlukları vardır.

Ş.Ç: Peki hangi ülkelerde enflasyon sepeti vardır?

A.S.A: Yaşam endeksi yirminci yüzyılın olayıdır. Gelişmiş ülkelerde, yirminci yüzyılın başlarında yani sendikal hareketlerle yakın bağlantılı  olduğunu unutmamak lazım. Nitekim Amerika’da endeksleri çalışma bakanlığı hesaplar. Çalışma bakanlığının bu endeksleri hesaplayan biriminin denetiminde, denetleyen kuruluşun içinde iş veren sendikalar ve işçi sendikaları da temsil eder. Türkiye’de ise daha eskiye dayanan toptan eşya fiyat endeksleri vardı. Bizde ilk hesaplanma 1950’lerdedir. Ankara’da memurlar için. Ekonomik göstergeler bir ihtiyaç çerçevesinde oluşur, meydana gelir. Laf olsun diye çıkmaz. 50’lerde enflasyon olmaya başlayınca Menderes Hükümeti, ne kadar zam verelim memurlara, sorunuyla karşılaştı. Hükümetin ne kadar zam vereceğini bilmesi için iyi kötü , fiyatların ne kadar arttığını ölçmesi lazım. O amaçla 50’li yıllarda istatistik kurumu Anakara Memurlar Hayat, Yaşam Maliyeti Endeksi oluşturuldu. Daha sonra yaygınlaşmıştır. Yavaş yavaş sepet düzenlenmiştir. Artık dünyada enflasyonu ölçmeyen bir ülke kaldığını sanmıyorum. Her halükarda gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin tümünde hesaplanıyordur.

Ş.Ç: Genellikle enflasyon sepeti eleştiriliyor. Yeni düzenlemeler nasıl?

A.S.A: Eleştiriler Türkiye’de ve dünyada da benzer şeyler oluyor. Türkiye’de iki çeşit eleştiri vardır: Birincisi cehaletten kaynaklanan eleştiri vardır. Okumadan eleştirenlerden oluşan bir eleştiri vardır. Enflasyon sepetine yönelik eleştirilerin büyük bir bölümü okumadan bilenlerden yani cehaletten kaynaklanır. Cımbızla bir şey seçilir ve o var, bu var denilir. Bunlar özenle, dikkatle hesaplanırlar. Bütün toplumsal bilimlerdeki ölçüler gibi hata payı yüksektir. Başka nedenler de vardır. Dolayısıyla hata yapılabilir. Türkiye enflasyonu geçmişte sistematik hataya neden olan, sistematik hata dediğimiz iradesiyle, başbakan veya başkası dedi diye değil. Ama endeksin kurulmasından kaynaklanan daha eski teknolojiler kullanılmasından kaynaklanan bazı sorunlar vardı. Ama şimdi artık bütün bu sorunlar çözüldü. Nitekim büyük bu endeksleri, hesapları Avrupa İstatistik Birliği, Euro SAT la beraber yapıyor. Onların metodolojisiyle yapıyor. Nitekim alınan veriler üzerinde EuroSat ,Türkiye’nin enflasyonunu yeniden hesaplayıp yayınlıyor. İki üç hafta içinde bizim harmonize dediğimiz yani Avrupa’da kullanılan yönteme göre yeniden hesaplayıp yayınlıyor. Onun için yapılan eleştiriler ciddi değildir. Ve üstelik sonucu da tam tersidir. Genel kanaat enflasyonu düşük ölçüldüğü yöndedir. Halbuki yapılan araştırmalar, yani yapılan bilimsel araştırmaların gösterdiği, tüketici endeksi enflasyonu olduğundan yüksek ölçülmüştür. Aslında enflasyon olandan daha düşüktür.

Ş.Ç: Bu enflasyonun kaynağı nedir? Önlenebilir mi?

A.S.A: Eğer bazı ülkelerde enflasyon yoksa demek ki önlenebiliyor. Enflasyon olmayan ülkeler varsa veya yok denilecek kadar düşük olan ülkeler varsa bu ülkelerde Türkiye’den zengin ve/veya Türkiye’den hızlı büyüyen ülkeler ise demek ki bu önlenebilir bir şeydir.

Ş.Ç: Türkiye’de enflasyonu geride bıraktığımız anlamına gelmiyor, değil mi?  Hala var enflasyon değil mi?

A.S.A: Dünyanın büyük bir bölümünde hala enflasyon var. Yani enflasyonun olmadığı, fiyatların düştüğü, sabit kaldığı enflasyonu yoksa, fiyatları ya sabit kalacak ya düşecek. Fiyatların düşmesi hali ekonomistlerin sevmediği bir durumdur. Fiyatların düşmesi genellikle arzulanmayan bir durum olarak kabul edilebilir. Küçük bir enflasyon demin söylediğim gibi o hesap hatasından dolayı varlığı yararlı diye düşünülür. Ama bir de %1, %2, %3 gibi enflasyonlar var. Yani hissedilmesi zor. Hissedilmesi zor enflasyonlar var. Türkiye hala oraya gelemedi. Türkiye’de enflasyon biraz bunun üstünde.   Yani Türkiye’de bu enflasyonu birkaç puan daha aşağı çekmesi gerekebilir. Ama artık Türkiye yüksek enflasyonlu bir ülke değildir. Tek haneli dediğimiz  % 10 un altında olan ülkelere düşük enflasyonlu ülke denir. Düşük enflasyonlar içinde daha düşük enflasyon mümkündür. Türkiye’de genel kanaat % 5 i makul bir enflasyon olacağıdır. Türkiye’yi geçmişiyle karşılaştırdığımızda enflasyon sorununu halletmiştir.

Ş.Ç: Krizin enflasyona etkisi var mı?

A.S.A: Tam tersini diyebiliriz. Genellikle krizler ekonominin yapabileceği üretimi mümkün kılacak talebin olmaması demektir. Krizde üretim niye düşüyor? Fabrikalar yıkıldığı için, deprem olduğu için, doğal afet olduğu için üretim düşüyor. Üretimin satma imkanı yok. Niye satma imkanı yok?  Çünkü bu koşullarda fiyat artışları yükseliyor. Krizlerle beraber deflasyon riski ortaya çıkıyor. Dolayısıyla bu koşullarda krizle beraber enflasyon tehdidini ortadan kalktığı için, normal koşullarda enflasyona yol açabileceği düşünülerek sevilmeyen iktisat politikaları da kolayca uygulamaya konulabiliyor. Mesela çok kolay para basılıyor. Hiç korkmadan niye para basılıyor?  Avrupa’da, Amerika’da niye para basılıyor? Çünkü hem Avrupa’da hem Amerika’da üretim kapasitesi talebin altında olduğu için fiyatlar üzerinde yukarı doğru artış yönlü bir baskı yok. Bu tür krizler enflasyonu artırıcı değil düşürücüdür.

Ş.Ç: Bu gün ekonominin temel taşları nelerdir? Uygulanan ekonomi politikaları nasıl değerlendiriliyor?

A.S.A: Her ekonomi yönetiminin bir numaralı hedefi ekonominin mümkün olduğunca hızlı büyümesidir. Dolayısıyla bizim ekonomimizin de en büyük hedefi hızlı büyümedir. Ekonomiyi büyütmek demek daha çok üretiyoruz demek, daha çok tüketiyoruz demek, daha çok teknolojiyi kullanıyoruz demek, insanımıza iş buluyoruz demek, işsizliği azaltıyoruz demek vs. Tabi bunu yaparken ekonomideki sürdürülebilirlik iki açıdan Türkiye’nin önüne çıkıyor. Hem üretimin hem de tüketimin artırılması gerekiyor. Eğer bunun dengesi tutulmazsa, ekonomi büyürken talep üretimden hızlı artarsa büyümenin hızlanması enflasyonun hızlanmasını beraberinde getirir. Bu uzun dönemde arzu edilen bir şey değildir. Çünkü sonra bu enflasyonu düşürmek için mecburen bir süre büyümeden vazgeçmek gerekir. Demek ki büyümenin birinci hedefi azamiye çıkartılması ama onun altında bir hedef var. Bunu yaparken enflasyonun tekrar tırmanmasına izin vermeyeceksin. Türkiye için ikinci bir potansiyel dengesizlik ise de bu büyümenin dışarıdan yapılan ithalatın da ihracattan daha hızlı artmasını beraberinde getirmesidir. Bu taktirde başka bir risk oluşuyor. Dış açık büyüdükçe dış açığın finansmanında sorunlar yaşanıyor. Yarın öbür gün dış açıkta finansman sorunu çıktığında ekonominin bir krizle karşılaşması yani büyümenin gene düşmesi, işsizliğin artması vs. Demek ki bunu engellemek için hızlı büyümeye çalışacağız ama enflasyonu da artırmamaya çalışacağız. İkincisi de dış dengenin kontrol dışına çıkmaması gerekir. Bu üç hedef arasında uyum olmayabiliyor, çelişkiler olabiliyor. Dış dengeyi düzeltmek için döviz kuru biraz değer kaybetmesi gerekir. Kaybedince enflasyon yükseliyor, engelleyeyim derken bu sefer büyüme düşüyor. Tam sen dış dengeleri düzelteyim derken petrol fiyatları artıyor. Petrol fiyatları yükselince ülkede enflasyon baskısı oluyor. Aynı zamanda dış açık büyümeye başlıyor. Büyümeyi yavaşlatarak sorunu çözebilirsin ama ülkedeki işsizlik o zaman artacak. Bunlar daima tercih yapmayı gerektiren şeylerdir. Bu devamlı farklı birbiriyle çelişen mekanizmalar, devletler arasında tercih yapmayı gerektirir. Bu bir süreç.

Ş.Ç: Bu güne kadar enflasyonla mücadelede güçlü olan ülkeler hangileri oldu?

A.S.A: Bunlardan bir tanesi küçük bir ülke ama çok başarılı olan İsviçre’dir. Enflasyonun yükselmesine izin vermiyorlar. Enflasyonu yükseltecek politikalara hiçbir zaman meyletmiyorlar. Diğer bir tanesi de Almanya’dır. Almanlar vaktinde çok büyük bir enflasyon yaşamışlar. Sonra o çalkantıdan sonra Hitler Nazi’si iktidara gelmiş. Ondan sonra Almanlar enflasyonu sevmedikleri için enflasyonu artırıcı politikaları uygulamıyor. Bir başkası ise Japonya’dır. Ama Japonya farklı sebeplerle  son on yıldır eksi enflasyondadır.  Fiyatlar düşüyor.  Yani deflasyon vardır. On sene önce aldığınız şey şu an daha ucuza alabiliyorsunuz. Her şeyi daha ucuza alıyorsunuz.  Enflasyon başlı başına bir hedef değildir. Bunu vurgulamak gerekir. Burada önemli olan hem hızlı büyüyüp hem de düşük enflasyonlu olabilmektir. Yoksa büyümeyi durdurup enflasyonsuz yaşanılabilir, Japonya gibi. Ama mevzu ve Türkiye’nin sorunu bu değildir. Büyümeyle enflasyon arasındaki ilişkiyi doğru kurmak gerekir. Çünkü bunun sebebini de söylemekte yarar var. Yüksek enflasyonu olup da hızlı büyüyen bir ekonomi yoktur. Yani yüksek enflasyon yavaş büyümeyi getirir. Düşük enflasyon ise bazen büyük bazen yavaş büyüme getirir. Hızlı büyüme düşük enflasyon paketini tasarlayıp, uygulamaya koyup becermektir.

Kaynakça;