29 Mart 2013 Cuma

ZİYA GÖKALP’IN KÜLTÜREL ÇOĞULCULUK VE KÜLTÜRLERARASI EŞİTLİK PRENSİBİNE BAKIŞI


ZİYA GÖKALP’IN KÜLTÜREL ÇOĞULCULUK VE KÜLTÜRLERARASI EŞİTLİK PRENSİBİNE BAKIŞI
Ziya Gökalp’ın kültürlerarası eşitlik ve kültürel çoğulculuk hakkındaki düşüncelerini iyi anlayabilmek için; Gökalp’ın tanımladığı Türk harsına, medeniyetine, Türkçülüğe ve ulus devlete bakmak gerek. Aynı şekilde öteki diye adlandırılan harsların ve medeniyetlerin hakkındaki görüşü de önem sarf etmektedir. Gökalp’ın kültürel çoğulculuk ve kültürlerarası eşitlik prensipleri hakkındaki görüşlerine geçmeden önce, Gökalp’ın siyasi ve dönemin koşullarına göre düşüncesi ve kalemin değiştiğini söylemekte fayda vardır. Halil İnalcık, Cemil Meriç ve Hilmi Ziya Ülken gibi birçok düşünür, Gökalp’ın bu siyasi pragmatizmine vurgu yapmaktadır. Halil İnalcık bu konu da Gökalp’ı Osmanlı, Türkçü ve Atatürkçü olarak ayırıyor. “ Gökalp’ın zaman zaman değişen sistemleştirme çabalarında siyasi pragmatizm egemendir.” (1)demektedir. Cemil Meriç ise bir konuşmasında; “Ziya Gökalp bütün fikir adamları gibi birçok hataları olan bir fanidir. Hataların ülkenin her sınırından girdiği bir devirde yaşıyordu. Her ideolog gibi bir devrin hatalarını ve sevaplarını aksettirir.”(2) diyor. Başka bir yerde ise Meriç; “Gökalp, batının sofra artıklarıyla geçinen bir zattır. Onları atıştırır zaman zaman da kusar.”(3) Bir diğer eleştiri ise Hilmi Ziya Ülken’ den gelecekti. Ülken, Gökalp için senelerce Türk ve Osmanlı imparatorluk fikrini müdafaa etmiş olan ideolog, bütün eski iddialarını unutmuş gibi, derhal,
“Sevin çoban, sevin ilin sâf kaldı,
Öğün çoban, öğün, dilin sâf kaldı.”(4)
demekten çekinmiyordu. Nasıl ki toprak kayıplarından sonra düşüncesinde sınırlar değişiyorsa ve dönemin koşullarına göre yazıyorsa, bunu hars ve harsların eşitliğinde de görebilmekteyiz.
Ziya Gökalp’ın harsların eşitliği ve kültürel çoğulculuk hakkındaki görüşleri farklılık gösterdiğini söyleyebiliriz. Gökalp, insan toplumlarının bütün fertlerini birbirine bağlayan yeni kişiler arasındaki uyumu sağlayan kurumlar hars(kültür) kurumları olarak görüyor. Gökalp, makalelerinin birçoğunda harsların eşitliğine değinmiştir. Harsın en önemli unsuru olan dil ve terbiyenin her harsta farklı olduğu ve herkesin kendi harsını koruması ve geliştirmesini bir anlamda bir hak olarak görüyor. Gökalp, milletlerin sevişmesi makalesinde hem kültürel çoğulculuk hem de harsların eşitliğini şöyle dile getirmektedir; “ Bir takım dinî, ahlâkî, bedîî çeşnilerin ve lezzetlerin heye’t-i mecmuası olan hars, başka milletlerin de temaşa ve telezzüz edeceği güzel bir çiçek bahçesi gibidir. Bu bahçelerden her birinde şekilleri, renkleri, kokuları diğerlerinde bulunmayan eşsiz çiçekler vardır. Çiçek meraklıları, başkalarının bahçelerinde bulunan nadide çiçekleri görmek ve koklamak istedikleri gibi, milletlerde birbirinin orijinal harslarında telezzüz etmek isterler. O halde bir milletin mahvolması, birçok güzellikleri muhtevi olan orijinal bir harsın ortadan kalkması demektir.”(5) Bu alıntıya baktığımızda harsların bir zenginlik olduğunu görüyoruz. Harsların birbiri ile etkileşim sonucu bir çeşitlilik ve zenginlik ortaya çıkmaktadır. Bir harsın yok olması demek hem milletin yok olması demek hem de bu zenginliğin yok olması demektir. Tabi, burada düşünüre katılmamak mümkün değil fakat birçok soruyu da beraberinde getiriyor. Milletin yok olmaması için ulus devlet mi olması gerek veya ulus devletin içinde kalan farklı bir harsa mensup olan milletin durumu içinde aynı şey geçerli mi? Gökalp, o harsa veya millete de zenginlik olarak mı bakacak? O harsın var olabilmesi için mücadele edilecek mi? İşte bu soruların birçoğunda olumsuz cevap ile karşılaşıyoruz.

Ziya Gökalp’ın düşüncesinde yer eden ulus devlet; “Temel birleştiricinin dil olduğu bir ortamda, “ortak” eğitim, kültür ve duygular. Yani ulus, aynı eğitimi görmüş, ortak bir dili, duyguları, idealleri, dini, ahlakı ve estetik duyarlılığı paylaşan bireylerden oluşmuş bir grup ya da topluluktur.”(6) Gökalp’ın düşüncesinde bir ulus devlet fikri mevcut. Bu ulus devlet fikrinin temellerinin nasıl atılacağı da belli. Bu ulus devlet için hangi eğitim, dil, kültür ve din önemli bir unsurdur. Çünkü ulus devlet ve toplum o düşünce ile yaşayacak. Hangi dil kullanılacağı hiç önemli değil. Çünkü sadece tek dil düşünülüyor ve tek hars. Her şekilde diğer harsların öteki olduğu ve yaşama ihtimalinin az olduğunu söylemek yanlış olmaz. Peki bu ulus devlette eğitim, dil, kültür ve din hangisi olacaktır. İşte bu noktada “Modern dinin, modern devletin, modern hukukun, modern ahlakın, modern iktisat ve ailenin neler olduğunu tarifini yapan Gökalp; bütün bu medeni müessese şekillerinin içeriğini harsla yani milli özle doldurmak lazım geldiğine kanidir. Bunun için, eski Türk dilini tetkik ediyor.”(7) Gökalp’ın ulus tanımını ve bu ulus devletini şekillendiren harsa değindik. Bir ulus devlet kurulacak ve bu ulus devletin bütün kurumları bir anlamda Türk olması gerek. Türk harsı ile yoğrulması gerek.
Ulus devletin tarihine ve yapısına baktığımızda harsların(kültürlerin) eşitliği ve kültürel çoğulculuğun söz konusu olmadığını görüyoruz. Çünkü ulus devletin bir amacı da kendi milletini ve kültürünü homojenleştirmesidir. Homojenleştirmek için okullar, üniversiteler ve bazı kurumlar bu amaç için çalışır. Aynı zamanda bu kurumlar milliyetçiliğin gelişmesinde büyük önem atfetmektedir. Bu konuda Hobsbawn, “ Nasıl okullar ve üniversiteler milliyetçiliğin en bilinçli taraftarı olduysa, okul ve üniversitelerin gelişmesi de milliyetçiliğin gelişmesinin bir ölçüsü olmuştur.”(8) Aslında sadece okul ve üniversite devletin ideolojik aygıtı değil. Devletin birden fazla ideolojik aygıtı var. Üniversite, kültür, din, medya ve okul bunların en önemlileri arasında yer alıyor. Burada devletin ideolojik aygıtlarına değinmemin temel sebebi; tek dil, tek din ve tek din oluşturması. Bütün ulus devletlerde de bu devletin ideolojik aygıtları mevcut ve bu amaç doğrultusunda genellikle çalışır. Her ne kadar Karl Marx alt yapı yani mülkiyet araçlarını elinde bulunduranların, üst yapıyı şekillendirdiğini söylese de Gramsci ve Althusser üst yapıya işaret ediyor. Gramsci ve Althusser üst-yapının da alt yapıyı şekillendirmekle kalmayıp, tek tipleştirme oluşturduğunu söylüyor. Özellikle ulus devletin egemenliği altında olan din, medya ve eğitim toplumu belli bir amaç etrafında topluyor ve sürekli var olan söylemleri yeniden üretiyor. Ziya Gökalp’ın düşüncesindeki ulus devlette bundan farklı olmadığını söyleyebiliriz. Gökalp’ın yapmak istediği Türkçeleştirmek, Türkleştirmek ve tek tipleştirmektir. Özellikle tek tipleştirmeye örnek olarak Anadolu’da kalan diğer hars ve milletleri verebiliriz. Bu konu da Gökalp; “Türk halkı, bu eski dostları, dili diline uymak, dini dinine uymak şartıyla kendisine müsavi kardeş tanır. Yani bunları da Türk sayar. Yalnız şu şartla ki, artık onlarda milli mahalle, milli köy, milli nahiye ve kaza yapmak gibi, eski lisanlarını, adetlerini, elbiselerini muhafaza etmek gibi anel merkez emellere, dileklere düşmekten sakınmalıdırlar.”(9) Anlaşılacağı üzere Gökalp, dil ve din üzerinde çok duruyor. Bu ulusta yer almak ve bu ulusta yaşamak isteyen başka harslar olursa dili diline, dini dinine uyma zorunluluğu getiriyor. Kendi harslarını bırakmalılar söylemine getiriyor. Bu yapının içinde lisanlarını, örf ve adetlerini terk etmeliler. Bu noktada kültürel çoğulculuğun varlığından söz etmek doğru olmaz. Gökalp’ın bu konu hakkındaki bir diğer görüşü ise “ Yeni Türkiye artık Anadolu’da yeni hiçbir milletin muhaceret tarikiyle tesisine müsaade edemez. Yeni Türkiye’ye gelecek gayri Türkler ancak Türkleşmek ve Türklüğe temessül etmek arzusu ile gelebilirler. Türk hükümeti ve Türk matbuatı bu hususta son derece dikkatli ve basiretli bulunmalıdır.”(10) Bu cümlelerde bugünkü anlamıyla bir asimilasyon söz konusu olduğunu gösteriyor. Farklı harslara sahip olan milletlerin bir anlamda asimile edilmesi gerektiğini savunuyor. Özellikle bunların asimile edilmesi için Türk hükümetini ve Türk basınını uyarmaktan da çekinmiyor. Fakat ilginçtir ki Gökalp, Türkleştirmeyi sadece ulus devlet içinde yeterli görmüyor. Aynı zamanda Türklerin yaşadığı yerleri de düşünüyor. Vatan olarak sadece Türkiye’yi görmüyor. Gökalp’e göre;
“Vatan ne Türkiye’dir, Türklere ve Türkistan,
Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan!”(11)
Hilmi Ziya Ülken’e göre artık Turancılık Gökalp’te Osmanlı emperyalizmin yeni bir şekli oluyor. Hatta Ülken’e göre “Kızıl Elma” sembölünü eski Osmanlı emperyalizminden alı vermekle hiç tereddüt etmiyordu. Ülken’e göre ona bu fikirleri aşılayan Alman emperyalizmidir. Aslında Ülken’e bu konuda hak vermemek elde değil.  Gökalp bu cümleleri ile kültürel emperyalizmi dile getirmektedir.
Tek parti döneminde ve ondan sonraki dönemlerde yapılan Türkleştirme ve Türkçeleştirme serüvenin pratiklerinin teorisyeni Ziya Gökalp’ın olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle Türkçeleştirme hat safhaya ulaşmıştır. Farklı bir dile tahammülün olmadığı söyleyebiliriz. Özellikle Gökalp sade yalın bir Türkçe kullanılmasını savunuyor. Bu konuda Gökalp; “ Türkçe’ de ıstılahların gayri bütün kelimeler mümkünse Türkçe olmalı, yahut Türkçeleşmiş bulunmalı. Arapça, Acemce, terkipler, cemler, edatlar, sîgalar lisanımızdan çıkarılmalı.”(12) diyor. Ziya Gökalp, Arapça, Farsça ve diğer yabancı sözcükleri atmakla yetinmeyip, Türkçe’nin bir anlamda dinin de dili olmasını istiyor. Gökalp, Yeni Hayat’taki Vatan şiirinde;
“Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur
Köylü anlar manasını namazdaki duanın…
Bir ülke ki memleketinde, Türkçe Kur’an okunur,
Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüdanın..
Ey Türk oğlu, işte senin orasıdır vatanın…”(13)
Gökalp’ın düşünce hayatında ve her kurumunda Türkçe’nin olduğunu görüyoruz. Bir anlamda Türkçe’ den başka bir lisanın kabul edilmediğini söz konusudur. Harsı oluşturan lisan kavramının bile Türkçe’ den başka olmaması ne kadar eşitlik söz konusu olabilir ki.
Gökalp’ın hars ve medeniyetine baktığımızda ise yine kendi yazdıkları ile kendi düşüncesini çürüttüğünü görüyoruz. Türkleşmek, Türkçeleştirmek ve İslamlaşmak üzerinde harsların eşitliği prensibine ve kültürel çoğulculuğa baktık.  Şimdi ise Gökalp’ın kendi harsını-medeniyetini nasıl gördüğüne bakalım. Gökalp, kendi ulusunu veya milletini batı medeniyeti içinde görmek istiyor. Bir anlamda doğu medeniyetinde olmadığını söylüyor. Fakat bir anlamda da batı medeniyetini yerden yere vuruyor ve Türk ırkını da diğer ırklardan üstün görüyor.  Bu konu da Gökalp şunları dile getiriyor; “ Avrupa medeniyetleri çürük, hasta, bozulup, kokmuş esaslar üzerine dayanmıştır. Bu medeniyetler yıkılmağa, çökmeğe mahkumdur. Hakiki medeniyet, ancak yeni hayatın gelişmesiyle başlayacak olan Türk medeniyetidir. Türk ırkı, diğer ırklar gibi, ispirtoyla, zevk ve eğlenceye aşırı düşkünlükle bozulmamıştır. Türk kanı şanlı muharebelerde çelikleşmiş, gençleşmiştir.”(14)  Burada harsların eşitliğinden söz edemeyiz. Kendi medeniyetini ve ırkını diğer medeniyet ve ırklardan üstün tutmuştur. Savaşarak ve öldürerek Türk kanın gençleştiğini ve daha sağlamlaştığını söylemekte. Yazısının devamında Türklerin üstünlüğüne ve diğer milletlerin zayıf olduğunu dile getirmektedir. “Türk zekası, başka zekalar gibi, çürüyüp dökülmeye başlamamış, Türk hassasiyeti başka hassasiyetler gibi, kadınlaşmamış, Türk iradesi başka iradeler gibi, zayıflamamıştır. Geleceğin hakimiyeti, Türk mukavemetine vaadedilmiştir.”(15) Gökalp Türkler’in üstünlüğü adete ispatlamaya çalışıyor. Hatta bu ispatını Alman Filozof Nietzche’nin sözlerine bağlıyor. “Alman filozof Nietzche’nin hayal ettiği üstün insanlar, Türklerdir. Türkler her yüzyılın yeni insanlarıdır. Bundan dolayıdır ki, yeni hayat bütün gençlerin anası olan Türklükten doğacaktır.”(16)
Sonuç yerine
Bu yazıda, Ziya Gökalp’ın kültürel çoğulculuk ve kültürlerarası eşitlik prensibinin destekçisi olup olmadığına baktım. Hilmi Ziya Ülken, Cemil Meriç ve Halil İnalcık’ın Gökalp’ın siyasi pragmatizmine işaret etmesi noktasında başladım. Aslında Gökalp birçok noktada kendisi ile çelişmekte. Bir anlamda harsların eşitliğine ve kültürel çoğulculuğun savunucusu gibi gözükmeye çalışsa da aslında yazdıklarıyla ve bu yazdıklarının pratiğe geçmesiyle öyle olmadığı anlaşılıyor. Gramcsi ve Althusser’in devletin ideolojik aygıtlarına ve bu ideolojik aygıtların ulus devlet içindeki amaçlarına değindik. Devletin ideolojik aygıtlarının ulusun resmi dili, dini ve kültüründen başka olan diğer harsları nasıl yok ettiğini bir anlamda açıklamaya çalıştım. Gökalp’ın ulus devlet istemesi ve kurulacak olan ulus devletin tüm kurumlarında ve toplumunda Türkçe ve İslam’ın yer almasının diğer harsların nasıl yok olacağını gözler önüne seriyor. Gökalp’ın zaten hiç çekinmeden bu ulusta yer alacak milletlerin, Türkleştirilmesi, Türkçeleştirilmesi ve İslamlaştırması gerektiğini dile getiriyor. Bu noktada Gökalp’ın kültürlerarası eşitlik ve kültürel çoğulculuk prensibinin bir savunucusu olmadığını söyleyebilirim.

KAYNAKÇA
1.      İnalcık, Halil(2000) Ziya Gökalp Yüzyıla Damgasını Vuran Düşünür, Doğu Batı Dergisi sayı:12 sayfa: 14 Felsefe Sanat ve Kültür Yayınları
2.       Kültür ve Medeniyet (Kubbealtı Konferansı), http://www.cemilmeric.net/sosyoloji/kultur.htm
3.      Nesillerin Mirası” Türkiye Kültür ve Sanat Yıllığı, Türkiye Yazarlar Birliği Yayını, Ankara 1986, s.586-594.
4.      Ülken, Hilmi Ziya(2007) Hilmi Ziya Ülken Seçme Eserleri-1- Ziya Gökalp s. xxvıı Türkiye İş Bankası Yayınları
5.      Gökalp, Ziya(1980) Milletlerin sevişmesi Makaleler IX s.75 Kültür Bakanlığı Yayınları
6.      Parla, Taha(1989) Ziya Gökalp, Kemalizm ve Türkiye’de Korporatizm s.45 İletişim Yayınları
7.      Ülken, Hilmi Ziya(2007) Hilmi Ziya Ülken Seçme Eserleri-1- Ziya Gökalp s. XXVIII Türkiye İş Bankası Yayınları
8.      Anderson, Benedict(2007) Hayali Cemaatler s.87 Metis Yayınları
9.      Gökalp, Ziya(1980) Makaleler IX s.35 Kültür Bakanlığı Yayınları
10.  Gökalp, Ziya(1980) Makaleler IX s.35 Kültür Bakanlığı Yayınları
11.  Ülken, Hilmi Ziya(2007) Hilmi Ziya Ülken Seçme Eserleri-1- Ziya Gökalp s. XXVI Türkiye İş Bankası Yayınları
12.  Gökalp, Ziya(1976) Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak s. 18 Kültür Bakanlığı Ziya Gökalp Yayınları
13.  Tütengil, Cavit Orhan(1964) Ziya Gökalp Üstüne Notlar s. 27 Varlık Yayınları
14.  Gökalp, Ziya( 1973) Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri-1- s. 269 Milli Eğitim Basımevi
15.  Gökalp, Ziya( 1973) Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri-1- s. 269 Milli Eğitim Basımevi
16.  Gökalp, Ziya( 1973) Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri-1- s. 269 Milli Eğitim Basımevi
NOT: Aşağıdaki dergi sitesinden yayınlanmıştır.
http://www.surecanaliz.org/sites/default/files/tmp/dergi/4.pdf


14 Mart 2013 Perşembe

ÇOĞUNLUK (FİLM ELEŞTİRİSİ)


Yönetmen :
Seren Yüce
Senaryo :
Seren Yüce
Yapım : 2010, Türkiye , 111 dk.
Oyuncular
Bartu Küçükçağlayan , Settar Tanrıöğen , Esme Madra , Nihal Koldaş

ÇOĞUNLUK (FİLM ELEŞTİRİSİ)

Çoğunluk filmi konusu bakımından mükemmel olduğunu söyleyebilirim. Fakat sadece filmin konusunun iyi olduğunu ve oyunculuğunun çok kötü olduğunu söylemekte fayda var. Bazen tek bir oyuncu filmi kurtarır ve o filmi en tepeye yükseltebilir. Son zamanlarda izlediğim “Yeraltı” filmi de buna bir örnek.  Yeraltı filmi de konu itibari ile çok zor. Ayrıca  yalnızlık duygusunu bir kişi üzerinden verebilmek daha da zor. Her ne kadar film bir oyuncunun üzerine yıkılmışsa da, Engin Günaydın filmi kurtarıp ve en iyi filmlerin arasına sokabilmiştir. Fakat bu filmde, filmi kurtaracak çok iyi bir oyuncu yok. Ayrıca filmde yer alan Gül ve ev arkadaşlarının oyunculuklarının kötü  olduğunu söyleyebilirim. Mertkan ve babasının oyunculukları iyi olmasına rağmen filmi kurtarmaya yetmemiştir.
Diğer bir noktaya değinmekte fayda var. Bu nokta ise filmin konusu. Filmin konusu çok da zengin olmasa da iyi bir hikaye buluyoruz. Çoğunluk filmini izlediğimizde filmin sosyolojik konulara değindiğini görebiliyoruz. Özellikle toplumda var olan bazı algılara değinmektedir. Film erkeklik-kadınlık, askerlik, otonom birey ve öteki gibi kavramlar üzerinde çok duruyor. Mertkan’ın yetiştiği aile ve çevreden dolayı, Mertkan’ın otonom birey (kendi kararlarını verebilen) olamaması söz konusudur. Yine toplumda egemen olan askerlik konusuna değinmiştir. Babasının ve babasının arkadaşları Mertkan’ını sürekli bir asker olarak düşlemeleri ve her seferinde bunu dile getirilmesi, toplumdaki çoğunluk algısını yansıtabilmiştir. Özellikle “vatan borcu” söylemlerine giren baba, erkekliğin bir sembölü olan ve o sembölün olmamasının, erkekliğin olmamasına getiriyor. Yani bir anlamda erkekliğin en önemli özelliği olarak “asker” kavramını ele alınıyor.
Anne karakterine baktığımız da  ise mutsuz bir anne görüyoruz. Birşeylerin yanlış olduğunu bilmesine rağmen ses etmeyen ve her şeyi içine atan bir kadın görüyoruz. “En iyi baban bilir” ve “vardır babamın bir bildiği” cümleleri, toplumda ve toplumun en küçük yapı taşı olan ailede  egemenliğin ve iktidarın nasıl inşa edildiğine dair önemli bir örnek. Keza arkadaşlarının, babasının ve babasının arkadaşlarının erkeklik kavramından anladıkları şey; genellikle kadınlar ile ilişki kurmak ve bu ilişki de erkek için istediğini elde etme ve sonra da o kızı bırakma söz konusu. Özellikle Mertkan’ın Gül ile tanışması, Gül’ün hem Vanlı hem de Kuştepe’de oturması onu bir anlamda öteki yapmıştır. Aslında Mertkan’ında arkadaşlarına “ben ona sahip oldum” demesi erkekliğin bir göstergesi olarak algılamıştır. Bu bir anlamda çoğunluğa da uymaktı.
Sonuç olarak; film oyunculuk anlamında yetersiz, konusu da çok da zengin değildi. Fakat toplumda alışa gelen bazı algıları gözler önüne sermesi çok önemlidir. Kadın kavramını erkeklik üzerinden, erkeklik kavramını da kadınlık üzerinden nasıl yaratıldığını iyi bir şekilde yansıtmıştır.