Türkiye’de
Gecekondu Sorunu ve Gecekondu Sorunun Sinemaya yansıtılması
Bu
çalışmada amacımız; 1960 ile 1980 arası Türkiye’de göç ve gecekondu sorununu,
soruna ilişkin gecekondu politikalarını, sosyo-ekonomik ve kültürel nedenleri
ile ele alıp incelemek. Bir başka ve temel amacımız ise 1960-1980 arasında
gecekondu olgusunun Türk sinemasında nasıl yansıtıldığını incelemek.
Yapacağımız incelemelerde temel olarak şu sorular üzerinden gidilecektir; Türk
sineması, gecekondu olgusuna nasıl bakmış? Gecekondu sorunları yansıtırken,
gecekonduda var olan sorunların çözümünde devletin herhangi bir politikası var
mıdır? Gecekondu-kent kültürü ve semboller nasıl yansıtılmıştır? Temel
argümanlar ve söylemler neler olmuştur? Bu analizleri yaparken belli başlı
filmleri ele alacağız. Bu filmler, Umut(
Yılmaz Güney, 1970), Canım Kardeşim (Ertem Eğilmez,1973), Umudumuz Şaban
(Kartal Tibet,1980), Sultan (Kartal Tibet, 1978), Gelin(Lütfi Ö. Akad, 1973),
Devlet Kuşu (Memduh Ün, 1980).
Göç ve Gecekondu Olgusuna Bakış
Türkiye’de göç kavramı her zaman
karşımıza çıkıyor. Ekmek gibi vazgeçilmezdir. Ekmek gibi vazgeçilmez kılan şey
ise hayatta kalmak ve yeni umutları taşımak. Göç olgusunu biraz sosyolojik
açıdan inceleyeceğiz. Sosyolojik açıdan bakmamızın temel nedeni ise göçün
beraberinde bir hareket, çatışma, uzlaşma, değişim ve dönüşüm getirmesidir. Bu
bağlamda göçün tanımını şu şekilde yapabiliriz: “İnsanların, grupların
demografik, coğrafik, ekonomik ve sosyo-politik nedenlerle zaman ve mekânda yer
değiştirmesi ile eyleme dönüşen ve eylemin bitiminden sonra da etkileri devam
eden bir süreçler bütünüdür.”(1)
Yukarıdaki
göçün tanımına baktığımızda da coğrafya ve mekan değişimi olduğu gibi eylemin
bitiminden sonrasındaki etkiye de vurgu yapılmıştır. Göç eylemi önemli bir olgu
olduğu kadar göçün sonrasında meydana gelen gecekondu sorunu da etkilidir. Türkiye’de
1950’lerde başlayan sosyal ve toplumsal değişme, göçün artmasına neden olmakla
beraber gecekondulaşma sorununu da gündeme getirmiştir. 1950’lerde başlayan ve günümüze
kadar devam eden göçün temel nedenleri ise;
·
Nüfusun
hızla artması.
·
Tarımın
büyük ölçüde makineleşmesiyle işgücünün kırsal bölgelerden
kentlere
kayması.
·
Sanayileşmenin
plansızlığı.
·
Toprağın
bölünmesi, verimin azalması ve yetersizliği.
·
Ölçülü
toprak reformunun yapılmaması.
·
Hazine
arazilerinin iyi değerlendirilmemesi.
·
Konut
sorununa bütüncül bir yaklaşımla çözüm getirilememesi; konut
kiralarının
yasal bir düzene sokulamaması.
·
Kırsal
alanlarda sağlık, beslenme, eğitim, ulaşım ve bu gibi olanakların
yetersizliği,
dengesizliği, denetimsizliği.
·
İş
olanaklarının sadece kent merkezlerinde kurulan fabrikalar ve devlet
kurumlarınca
sağlanması.
·
Kent
plan ve programlarının çağın koşullarına uygun olmaması.
·
Halkın
bilgi, görgü, kültür gibi değer yargılarını yükselten kurumların kırsal
bölgelerde
bulunmaması ve böylece kentsel yaşamın özendirici bir nitelik ve nicelik
taşıması vb. nedenler.(2)
Özellikle 1950’lerde başlayan göçün
sanayinin gelişmesi ve tarım alanlarına makinanın girmesi ile ilgili olduğunu
söylemekte fayda vardır. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de 1945’te sonra nüfus
artışının olması göç ve gecekondu sorunun oluşmasında önemli rol oynadı. Ayrıca
kırsal toprakların artan nüfusu barındıramaması ve makinenin de toprağa girmesiyle
göçü kaçınılmaz kılmıştır. Göç kaçılmaz olduğu kadar konut sorunu kaçınılmaz
olmuştur. Göç beraberinde daha büyük bir sorun olan gecekondu sorunu getirdi. Gecekondular,
her zaman şehrin içinde olmasa da kimi zaman sanayinin veya fabrikaların
bulunduğu yerlerde yapılmıştır. Kimi zaman da kentlerin çevresinde kente uzak
yerlerde yapılmıştır. İstanbul, Ankara, İzmir ve Adana’da yüz göstermeye
başlayan gecekonduları sadece kentleşme bağlamında ele alamayız çünkü bunun en
önemli ayağı göçtür. Bu göç bir anlamda öteki kentleşme sorunu olan gecekondu
sorununu doğurmuştur.
Gecekondu
yapıları kimi zaman geçici kimi zaman da kalıcı olarak kullanıldı. Kente yeni
gelen yoksulların başlarını sokabilecekleri bir yer arayışıyla ortaya çıkan bu
gecekondular, önceleri geçici bir barınak alanı olarak kullanılırken, sonradan
kalıcı hale geldi. Maddi acıdan iyi duruma gelen aileler bir şekilde kentin
apartman dairelerin de kalmaya başlıyor. Kimi ailelerde maddi acıdan iyi bir
seviye geldiği zaman gecekonduyu satın alıp, köyden gelen yeni kişilere kira
verebiliyor. Gecekondu nüfusu bu nedenle hiç azalmadı. Gün geçtikçe nüfus
arttı. 1950’den 2000’lere kadar gecekondu yoğunluğu ve gecekondu nüfusu sürekli
artmıştır. 1995 yılında gecekondu sayısı 50 bin olan Türkiye’de, 1995 yılında 2
milyon gecekondu sayısına ulaşmıştır. Her beş yılda bir neredeyse gecekondu
sayısı ikiye katlanmıştır. Gecekondu nüfusu da buna benzer bir artış
göstermiştir. Ayrıca 1950’lerde gecekondunun kentsel nüfustaki payı %4‘lerde
iken 1990’larda %35 olmuştur. Gecekondu nüfusu 10 milyonu bulmuş ve şehirdeki her
üç kişiden biri gecekonduda kalıyordu. Türkiye’de gecekondu ve gecekondu nüfusu
TÜİK verilerine göre aşağıdaki gibidir.
Tablo 12. Türkiyede gecekondu ve
gecekondu nüfusu
Yıllar
|
Gecekondu
|
Gecekondulu Nüfus
|
Kentsel Nüfustaki Payı %
|
1955
|
50.000
|
250.000
|
4.7
|
1960
|
240.000
|
1.200.000
|
16.4
|
1965
|
430.000
|
2.150.000
|
22.9
|
1970
|
600.000
|
3.000.000
|
23.6
|
1980
|
1.150.000
|
5.750.000
|
26.1
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Kaynak: Gökçe, 2004; Türkiye’nin
Toplumsal Yapısı ve Toplumsal Kurumlar ve TUİK verilerinden derlenmiştir.
Kentsel
Nüfusu 1.000.000 Üzerinde Olan
İl
Merkezlerinin Kentsel Nüfus İçindeki Payları
Yıllar
|
İller
|
Oran
|
1960
|
İstanbul
|
%16,9
|
1970
|
İstanbul, Ankara
|
% 26,8
|
1980
|
İstanbul, Ankara, İzmir, Adana
|
% 35,4
|
Tablo: Suher, 1998, s.66.
Gecekondu nüfusunun artması aynı zamanda bir değişim
ve çatışmayı da beraberinde getirdi. Yukarıdaki verilere baktığımızda kentte
yaşayan her üç kişiden biri köyden göç etmiş ve gecekondu veya teneke evlerinde
kalıyor. Gecekondu da yaşayan halk ayakta kalabilmek için bir dayanışma
içerisinde olması gerek. Bu dayanışma da genellikle “Hemşerilik” kavramı
üzerinden işliyordu. Bu hemşerilik duyguları yeni kimliklerin ortaya çıkmasına
ön ayak oldu. Engin Yıldız: “ Hemşerilik
duyguları kimi zaman iyileştirilmeyen ekonomik ve sosyal durum kentte kimi
kimliklerin ön plana çekilmesini sağlıyor. Trabzonluk ya da Karadenizlik,
Doğuluk ya da bir spor kulübüne taraftar olmak, özellikle hemşerilerin gittiği bir
kahvehaneye gitmek bir tür kimliklerin oluşması ve cemaat mantığının
sürdürülmesini sağlayan etmenlerdir.”(3) Aslında gecekonduda
yaşayan nüfusun başka bir çaresi de yok gibi ayakta kalabilmek için. Özellikle
gecekondulaşma ve göç tamamen hemşerilik duyguları üzerinden yürüdüğünü
söyleyebiliriz.
Köyden veya kırsal alandan gelen insanları bir şekilde
ya akrabaları ya da hemşerileri karşılayıp, şehir tecrübelerini anlatılır.
Nelerin yapılması ve nelerin yapılmaması konuda uyarılarda bulunur. Göç eden ve
şehirde var olmaya çalışan bu insanlar birde fazla sorunla karşı karşıya
kalmaktadır. Amaçları bir şekilde yeni bir hayat kurmak olan bu insanlar başka
sorunlarla yüz yüze kalıyor. Bu sorunların başında; “ Konut, iş bulma gibi ekonomik
sorunlarla kent toplumu ile uyum, kentlileşme gibi sosyal ve kültürel süreçler
gelmektedir.”(4) Politik ve sınıf
farklılıklar kent ile gecekondu arasında görülmeye başlandı. Devlet arazine yapılan
bu gecekondular çoğu zaman devlet ile karşı karşıya getirdi. Devletin sosyal
politikalar açısından sıfır olduğunu söylemekte fayda var. Bu gecekondu
bölgeleri sadece seçim zamanında hatırlanır ve tapu sözü verilir ama bir türlü
sorun çözümlenememiştir. Özelikle devletin ve hükümetin üst yöneticilerini
ilgilendiren bu sorunun boyutlarını ve çözüm biçimini Başbakan Bülent Ecevit
1978’de şu açıklamayı yapar; “Bu sorun dar ve orta gelirli halkın büyük bir
sorunu haline gelmiştir. Biz arsa ve konut spekülasyonunu önleyen en
ideal çözümün sosyal konut olduğuna inanıyoruz. Ancak, bunun hemen çözümleneceğini
sanmak da hayalcilik olur.
Halkımız yaratıcı bir bünyeye sahiptir.
Bunu gecekondularda da görebiliriz. Dünyanın birçok gelişmiş ülkelerinde
gecekondular vardır. Ancak, bu gecekondular bizimkilerden çok farklıdır. Bizim
halkımızın yaptığı gecekondularda yaratıcılık görülmektedir.
Eğer belediyeler, halkın yaratıcı gücü
ve devletin desteği ile bir çalışmaya giderlerse Türk halkının konut sorununu
kendisinin çözebileceği güçte olduğu görülecektir.”(5) 1978’den
beş yıl sonra gecekondu affı çıkıp ve bu tarihten sonra yapılacak
gecekondular yasaklanmıştır.
Bir Yaşam Alanı Olarak Gecekondu ve Gecekondu
Kültürü
Gecekondu
kavramına baktığımızda hızlı bir şekilde ve dayanıklı olmayan yapıların
olduğunu söyleyebiliriz. Bu yapılar genellikle derme çatma olup, geçici olarak
bir barınak olarak kullanılır. Fakat işsizlik ve ekonomik sıkıntılardan dolayı
bu tür yapılar kalıcı olarak kullanılmaya başlandı. Kalıcı olarak kullanılması
birçok sağlık ve alt yapı sorununu beraberinden getirdi. Bu yapıların kentsel
hizmetleri ve altyapıları hizmetleri mevcut olmadığı gibi, bulaşıcı
hastalıkların kolayca artabileceği de bir yerdir.
Kent içinde değil de çevresinde bu yapıların
oluşturulması, kültürlerine ve yaşam tarzlarını devam ettirme isteklerinin de
olduğunu ekleyebiliriz. Özellikle gecekonduların bahçesi olması, suların
genellikle dışardan getirilmesi ve tüm işlerini gecekondu alanı içinde
yapmaları bir anlamda yeni bir yaşam alanı sağlamışlardır. Gecekondu
mahallesinde erkeklerin bir araya gelebileceği ve iletişimi sağlayan tek yer
kahvehaneler olduğunu söylemekte fayda var. Erkekler kapıcılık, inşaat işçiliği,
işportacılık ve küçük esnaflık yapıyordu. Kadınlar ise genellikle hizmetçilik
veya temizlik işinde çalışıyorlardı. Kent ile gecekondu arasında minibüsler
önemli bir araçtır. Kent ile bağlantılarını kuran minibüslerdir. İş dışında tüm
hayatları gecekondu çevresinde geçmektedir. Kent onlar için adeta ötekidir.
Gecekondu insanları kent tarafından dışlandığı gibi, gecekondu halkıda kent
insanına mesafeli duruyor. Gecekonduda erkekler, kadınların “şehir karılarına”
benzemelerini istemezler. Gecekondu yaşamında kadın ve erkeğin rolü bellidir ve
kadın genellikle ev içinde bulunandır. Fakat kentteki kadınlar sinemaya gider,
erkek arkadaşı ile flört eder ve rahat bir şekilde şehri dolaşabilendir. Bu yüzden kent ahlakına güvenilmez. Sahip
oldukları gelenek ve görenekler korunmaya çalışılır. Kent insanları bazen onlar
için tehlikeli olsa da bazen bir umut olabiliyor. Şehirli insanların hayat
biçimi gecekonduda yaşayan genç nüfusu etkiliyor ve bazen kimlik bunalımı yaşanabiliyor.
Kültürel bir çatışma söz konusu olduğunu söyleyebiliriz. Kültürel bir
çatışmanın çıkmasının bir nedeni ise zenginlik ve fakirliktir. Özellikle
gecekonduda daha çok göze çarpan bu adaletsizlik, çatışmayı ve öteki kavramını
körüklemiştir. Bu açıdan “ Gecekondular; yalnızca bugüne değil, tarihsel
sürece ilişkin bir ekonomik adaletsizliğe vurgu yaparlar. Çünkü gecekondular
insanların yerlerinden yurtlarından daha iyi bir yaşam için ya da eşitlik için
yaptıkları göç sonucunda ortaya çıkmış yapılardır. Bu da, toplumsal yapıdaki
çelişkileri açığa serer.”(6) Şehirde yaşayanlar genellikle orta
sınıf ve zenginlerdir. Gecekondu da yaşayan kadınlar zengin evlerinde
hizmetçilik yapıyordu veya fabrikada çalışıyordu. Bu onlar için öteki kavramı
yarattı tıpkı şehirlilerin gecekonduluları gördüğü gibi. Erkekler için bu durum
söz konusudur. İki farklı statüde olanların bir arada yaşaması ve aynı havayı
soluması öteki kavramını yaratmakla beraber çatışmayı da beraberinde getirdi
Gecekondulaşma ve kentleşme sadece öteki
kavramını yaratmadı. Aynı zamanda gecekondu koşullarının değişimi,
sosyo-ekonomik, kültürel ve politik olarak birçok yeni kavram türetmiştir.
Özellikle koşulların değişimiyle beraber şu kavramlar ortaya çıkmıştır: “gecekondu
halkı”, “gecekondu birliği”, “gecekondu bölgesi”; “kurtarılmış bölge”, “halk
mahkemesi”, “bölge komitesi”; “yapım zamanı”, “yıkım zamanı”, “yıkım geliyor”, “tapusuz
dünya malı”, “gecekondu kültürü”, “yoksulluk kültürü”, “teneke mahallesi”, “Anadolu
şehri”; “sefalet edebiyatı”, “gecekondu hastalığı”, “gecekonduculuk”; “gecekondu
ticareti”, “gecekondu ağalığı”, “sefalet yuvası”, “gecekondu spekülasyonu”,
“gecekondu kenti”, “arabesk müzik”, “kondu”, “gecekondu affı”, “tapu tahsis
belgesi”, “varoş, varoş kültürü”, “gecekondu tüccarlığı”, “gecekondu çetesi”, ”gecekondu
tarikatı”(7) vb. kavramlar.
Yukardaki kavramlara baktığımızda temel
olarak bir dayanışma ve beraberlikten oluşan kelimeler mevcut. Bu bir anlamda
gecekondu bölgelerinde bir politik bilinç geliştiğini söylemekte fayda var.
Özellikle 1960 ile 1980 arasında hakkını arayan ve kendi adalet sistemini kuran
gecekondu bölgeleri görmek zor olmayacaktır. Kurtarılmış bölgeler hem sol kesim
hem de sağ kesim için de mevcuttu. Devlet ise daima onları unuttu. Onları
sadece suç işlendiği zaman hatırladı. Bazen de seçim dönemlerinde.
Özellikle gecekondu nüfusunun artışı ile
beraber gecekondularda yaşayan insanlar belediyenin ve partilerin oy merkezi
olarak algılandı. Sosyal politikalar açısında devletin çok kötü bir sınav
verdiğini görmek mümkündür. Özellikle 1980’lerden sonra önüne geçilemeyen bu
gecekondulaşmaya af yasası çıkartıldı. Yeni yapılan veya yapılmaya çalışılan
tüm gecekondularda bir şekilde yıkılma kararı alındı.
Türk
Sinemasında Gecekondu Sorununun Yansıtılması
Gecekondular, Türkiye’de sorun olarak
1945’lerde kendisini hissettirmesine karşın, sinemaya yansıtılması 1960’ları
bulmuştur. Sinema artık sadece kenti ve kentliyi göstermeyecekti. Kent
nüfusunun üçte birini oluşturan ve büyük sefalet içinde olan insanlara
yönelmiştir sinema. Gecekondu bir değişim ve dönüşüm olduğu kadar aynı zamanda
Türk sinema tarihi içinde bir dönüşüm olmuş ve önemli bir konuma sahip
olmuştur. Gecekondu filmi veya gecekondu sinemasının tanımını kapsamlı bir
şekilde yaparsak şu öğeleri eklememiz gerekir: “Su, elektrik, ulaşım, altyapı sorunu, ev içi mekan sorunu, sağlık
sorunu, bölgesel ve etnik sorunlar(Doğu ile Batı bölgeleri arasındaki
sosyo-ekonomik dengesizlikler), toplumsal gettolaşma, cemaat ideolojisi,
toplumsal kırılmalar, ‘kültürel gecikme’, kentli kadının taşralılar tarafından
stigmatize edilmesi, işsizliğin varlığı, arsa/konut spekülasyonu, zabıta
baskısı ve fiziki güç kullanımı.”(8) vb. öğeler. Köyden şehre
gelen ve bir şekilde gecekondu da yaşayan insanların sorunlarını hangi
kavramlar ile sinemaya yansıtıldığını belirttik. Fakat insanlar köyden başka
sorunları da kendisi ile beraber getirmiştir. Bu sorunlar da kan davası, başlık
parası karşılığındaki evliliklerin devam etmesi, muhafazakârlık ve kadın ile
erkeğin rolü. Bu sorunların tamamının sinemaya yansıtıldığını söyleyebiliriz.
İzlediğimiz tüm filmlerde ayrıca sosyal devletin yokluğuna vurgu yapıldığını
görüyoruz. Bu açıdan gecekondu sorununun sinemaya yansıtılması içerik olarak
onu zengin kılmıştır. Gecekondu ile ilgili olan filmler tam olarak gecekondunun
tüm sorunlarına değinmese de başarılı yapıtlar olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü
her film başka bir sorunu ele almış. Bazı filmler konut sorunu ve işsizliği ele
alırken bazı filmler de çatışma, dönüşüm ve umudu ele almıştır.
Filmlerde gecekonduda yapılan işlere de
vurgu var. Bu dönem filmlerinde küçük orta işletmelerden ziyade, “işçilik ve hizmet sektörü daha yoğun bir
şekilde filmlerde kendine yer bulur. Bu
da Emre Kongar’ın gözlemleriyle uyumludur. Emre Kongar da gecekondu halkının iş
durumunu bazı veriler eşliğinde şu şekilde sıralamaktadır. Gecekonduda
yaşayanların üçte biri hizmet kesiminde çalışmaktadır, bunu ise sırasıyla
sanayi işçiliği ve küçük esnaflık, gezginci, satıcılık ve niteliksiz işçilik
izlemektedir.”(9)
1960
ile 1980 arasında gecekondu sorununa değinen filmlere baktığımızda dil ve
söylem olarak çok gerçekçidir. Gecekondu sorununa sosyolojik açıdan da
bakılabilmiştir. Kentlerin çevresinde meydana gelen gecekonduları ve o yüksek
binalar ile teneke evleri aynı sahnede verebilmiştir. Gecekonduları konu olarak
alan aşağıdaki filmleri şimdi inceleyeceğiz.
Umut( Yılmaz Güney, 1970), Canım Kardeşim (Ertem Eğilmez,1973), Umudumuz Şaban
(Kartal Tibet,1980), Sultan (Kartal Tibet, 1978), Gelin(Lütfi Ö. Akad, 1973),
Devlet Kuşu (Memduh Ün, 1980).
Umut( Yılmaz Güney, 1970)
Gecekondudan
nasibini alan Adana’da film geçiyor. Filmin hemen ilk sahnelerinde kentin güzel
ve büyük binaları ile Yılmaz Güney’in(Cabbar) oturduğu yer karşılaştırılıyor.
Lüks binalar ve zengin bir hayat içinde fakirliği temsil eden at arabalar ve
sefil bir hayat süren insanlar var.
Şehrin içinde yer alan arabacılar, köfteciler ve seyyar satıcılar bir
anlamda gecekondunun niteliksiz işçilerini gözler önüne seriyor. Filmin hemen
başında sosyal adaletsizliği gözler önüne seriliyor.
Özellikle
sosyal adaletsizliğin ve eşitliğin dağılımındaki adaletsizliği binalar
gösteriyor. “Gecekonduların bu kadar kötü
olmasına karşın sahnelenen apartmanların güzelliği ve alameti bize Doğu’ya ve
Anadolu’ya ilişkin başka bir gerçeği, eşitliğin dağılımındaki adaletsizliği
sergiler.”(10) Keza başka bir örnek ise zengin ailelerin
çocukları yüzme havuzunda yüzerken, gecekondu da yaşayan çocuklar Seyhan ve
Ceyhan Irmağından yüzüyor ve yıkanıyor olması.
Cabbar
atını kaybetmesi sonucu zor olan hayatı daha da zorlaştı. Kimden yardım istedi
ise alamamış ve var olan malına da el konulmuş. Şehrin zenginlerinden biri “
Şehirde adamın atı da ölür, her şeyi de ölür. Şehre gelmeseydin” sözü aslında
bir istenmeme söz konusudur. Ayrıca filmde mahalleler zenginlerin ve fakirlerin
mahalleleri diye ikiye ayrılması “öteki” kavramını gözler önüne sermiş.
Filmde
devlet kavramına veya olgusuna yer vermiş. Resmi kurumlar yani devleti temsil
edenler de hep zenginlerin yanında yer almıştır. Cabbar’ın atına vuran arabanın
sahibi zengin olduğu için herhangi bir işlem yapılmadığı gibi suçlu Cabbar
görülüyor.
Geleneksel
inanışlarda köyden şehre taşınıyor. Tek umutları define bulmak. Fakat hiçbir
şekilde bu gerçekleşmiyor. Kültür ve eğitim olarak da bir geri kalmışlığın var
olduğunu söyleyebiliriz.
En
büyük umut ve hayal iyi bir at ve araba sahibi olmak. Umut filmi düzen
bozukluğu, sosyal adaletsizliğin hakim olduğu bir yerde umuttu.
Canım Kardeşim (Ertem Eğilmez, 1973)
Ertem
Eğilmez bu filminde zengin ile fakir ikilemini sergilemiştir. Film neredeyse
tamamı gecekondu mahallesinde geçmektedir. Bozuk evler ve çamurlu yollar
sağlıksız bir ortam doğuruyor. Filmin hemen başında küçük çocukta kaşımalar
olması ve öğretmeni tarafından uyarılması, gecekondunun sağlık ve temizlik
açısından ne kadar kötü olduğu açıktır.
Filmin
hemen başında kulağında radyo taşıyan adam göze çarpıyor ve adam neredeyse
yirmi dört saat radyoyu yanında taşımaktadır. Adamın tek işi kan ihtiyacını
radyoda duyurduğu vakit, gidip para karşılığında kan vermek. Bunun ticaretini
yapan ve gecekonduya yeni gelen gençleri kendine bağlayan daha eski bir
gecekonducu var.
Filmde,
İstanbul’a göç edenlere yetmemiş gibi, işsiz olan kitle Almanya’ya göç
edebilmek için uzun kuyruklarda bekletilmektedir. Tabi bu durumdan da fırsat
çıkartılıyor. Burada da sidik satışı yapılmaktadır.
Ölen
babasını gömmek için gereken para bile bulunamıyor. Şehirde rahat ölüm bile
yok. İletişimin ve kamusal alan onlar için kahvehanelerdir. Günün neredeyse
tümü burada geçirilir.
“Canım Kardeşim, 1970’lerin
gecekondu semtinde semtin de kendi kaderlerine terkedilmiş insanlarının
öyküsüdür. İnsanlar yaşamak için her türlü yolu denemektedirler.”(11)
Sultan (Kartal Tibet, 1978)
Kartal
Tibet’in yönetmenliğini yaptığı film, gecekondulaşma sorununu gözler önüne
sermektedir. Başrolde oynan Türkan Şoray, zengin evlerinde temizlikçi olarak
çalışmaktadır. Filmin bir diğer kahramanı olan Bulut Aras, minibüs şoförlüğü
yapmaktadır. Aslında filmde gecekonduyu kente bağlayan tek araçtır minibüs.
Filmin
hemen başında altyapı sorununu görmekteyiz. Gecekonduda yaşayanlar suya olan
ihtiyaçlarını dışardan sağlıyor. “En
temel ihtiyaçların başında gelen su ihtiyacının mahalle çeşmesinden
karşılanması, bu süreçte nüfus yoğunluğunu kaldıramayan çeşmenin başında sık
sık kavga çıkmasına neden olmaktadır. Aslında bu bir nevi, kentin dışında
yaşanan yaşam kavgasının, hayatta kalma kavgasının görüntüsüdür.”(12)
Bu
filmde kadın ve erkek olgusuna göz atmış. Film dul olan Türkan Şoray üzerinde
gidilse de, erkeğin varlığı olmazsa olmaz olarak gözler önüne seriliyor.
Kadının tek başında yaşama imkânın zor olduğunu ve bu yüzden güçlü bir erkeğe
ihtiyaç duyuluyor. Film bu bakış açısını eleştiriyor.
Diğer
filmlerde olduğu gibi bu filmde de kadınlar temizlik işinde veya fabrika da,
erkekler ise seyyar satıcı veya hizmet sektöründe çalışmaktadır.
Devlet
algısı biraz daha farklı. Devleti temsilen gecekondu mahallesinde bekçi
duruyor. Bu bekçi tüm sosyal hayata müdahale etme yetkisini kendisinde görüyor.
Halk da itaat ediyor. Sosyal devlet veya refah devleti yerine hayatın her
alanına müdahale eden bir devlet görüyoruz. Ayrıca kaldıkları gecekonduların
yıkılması bir anlamda onları politikleştirmiş. Yeni bir gecekondu mahallesini
inşa etmişler.
Umudumuz Şaban (Kartal Tibet, 1980)
Bu
film gecekondu sorununa biraz da güldürü eklemiş. Kemal Sunal’ın politikacılarla
alay etmesi ve onları komik bir şekilde eleştirmesi filmi biraz komedi filmi
yapmış.
Babasının
miras olarak bıraktığı kahveyi almak için köyden gelen Şaban, bir dizi
olaylarla karşılaşıyor. Arsa ticareti yapan muhtarın, mahalleye iş adamları ile
birlikte gökdelenler dikmek istemesi sonucu, karşılarında Şaban’ı görüyor. Kemal
Sunal burada bir kahraman olarak görülüyor ve gecekondu da yaşayan bütün halkın
arsa tabusunu dağıtıyor.
Tabu
vermekle beraber kalmayıp, okul, yol ve evler yapıyor. Aslında devletin yapması
gereken sosyal politikaları Kemal Sunal yapıyor.
Gelin(Lütfi Ö. Akad, 1973)
Gelin
filmi gecekondu sorunun birçok noktasına değinmektedir. Gelenek ile modern,
kültürel çatışma, göç ve daha birçok konuyu barındıran bir film. Filmin hemen
ilk sahnelerinden köyden göç eden Hülya Koçyiğit ailesini gösteriyor.
Haydarpaşa Garı her zaman olduğu gibi yine de gecekonduculara ev sahipliği
yapıyor. Bir anda denizi, Galata Kulesi ve Eminönü’nü gören bu insanlarda bir
bocalama yaşadıklarını hissedebiliyoruz.
Gecekonduda
yaşayan insanların kültürel çatışma yaşadığını ve gelenek ile görenek arasında
çatıştığını şu sözler ile anlayabiliriz.
-Büyük ağabey Hıdır: “Avradını
fabrikada çalıştırır. Olacak iş mi?.. Kadın kısmı evde gerek, erinin dizi
dibinde”
-Hacı İlyas’ın karısı gelinine:
“İstanbul şu avlunun dışında, burayı Yozgat’ın toprağı bellesen iyi olur.”
Burası bildiğin Anadolu kasabası”(13)
Gecekondu
sahibi olmak, biraz daha zenginleşmek için, masarflar kısılır, yemekten
kısılır, hayatın her alanında kısılmaya hatta kurban verilmeden zenginleşme
olmayacağını vurgularla. İş kazaları, yoksulluk ve çaresizlik bu gecekondularda
hakim.
Devlet Kuşu (Memduh Ün, 1980)
Umudumuz
Şaban filminde olduğu gibi bu filmde de komedi hakim. Kemal Sunal neredeyse tüm
filmlerinde aptal tiplemesi ve pısırık tiplemesi ile izleyicilerin karşısına
çıkıyor. Bu filmde ise biraz daha farklı. Özgüvene sahip olmakla beraber,
kendini kanıtlayan veya yoksul hayattan kurtaran biri olarak karşımıza çıkıyor.
Diğer filmlerinde olduğu gibi bu filmde de bir alt tabakayı temsil ediyor.
Lakin bir anda şans ona döner ve zengin olur. Herkesin hayal ettiği hayata
kavuşur ve bir anda kent hayatına uyum sağlar.
Bu
hayat belli bir noktadan sonra ona sıkıcı gelmeye başlar. Değer verdiği
insanlar ile ve en yakın arkadaşları ilişkileri bozulur. Para bir yerden sonra
ona mutluluk getirmiyor. Paranın mutluluk getirmeyeceğini anlayan Kemal Sunal,
her şeyi bırakır ve eski yaşamına döner. Gecekondu yaşamını haklılaştırır.
Diğer
gecekondu filmlerinde olduğu gibi bu filmde de zengin ile fakir ayrımı yapılır.
Arabesk müzik gecekondu yaşam alanına girmiştir. Kültürel çatışma olduğu gibi,
sınıf atlamaya çalışan ve zenginleşip belli bir hayat standartlarına ulaşan
insanları da görmek mümkündür.
Sonuç Yerine
Türkiye’de
gecekondu olgusu politik, ekonomik ve sosyolojik bir dönüşüm ve değişim
getirmiştir. Gecekondu tek başına bir sorun olarak ele almak bizi yanlışa
düşürecektir. Makinanın tarımsal alana
girmesi, nüfus artışı göçü doğurduğu gibi, göç de gecekondulaşmayı doğurmuştur.
Gecekondu nüfusu 1960 ile 1980 arasında hızla artmıştır. Kent nüfusunun
nerdeyse %30’unu oluşturmuştur. Gecekonduda yaşayan bu nüfus altyapı sorunu,
sağlık sorunu, tabu sorunu, eğitim sorunu ve onlarca sorunla karşı karşıya
kalmışlardır. Gecekondu, kent tarafından dışlandığı gibi kent de gecekondu
tarafından çoğu zaman dışlanmıştır. Kültürel bir çatışmanın varlığından söz
etmek doğru olur. Çoğu zaman zenginleşmeye çalışan ve sınıf atlamaya çalışan
insanları görebiliriz. Politik olduğu kadar kültürel anlamda da sinemada yer
alabilmiştir. Eşitlik noktasında ve adalet konusunda bir mücadele de
yaşandığını söyleyebiliriz. “Özellikle
70’li yıllar filmlerinde gecekondu, kente misafir gelenler olarak değil, kentin
hakkını alamamış sakinleri olarak resmedilmişti.”(14) Türk
sineması 1960 ile 1980 arasında onlarca gecekondu filmini yapmıştır. Gecekondu
sinemasında başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Sinemada gerçeklik algısı göz
önünde bulundurulmuş. Köyden kente göç eden insanların hayatı tıp çıplaklığı
ile yansıtılmıştır. Dil ve söylem olarak baktığımızda da gecekonduda yaşayan
insanların yanında yer alabilmişlerdir. Gecekondu kültürü, gecekondu yaşam
alanı ve politik çatışmayı başarılı bir şekilde yansıtabilmiştir.
Kaynakça;
3.
Yıldız, E.
(20o8). Gecekondu Sineması. İstanbul: Hayalet Kitap. Sy.68
6.
Yıldız, E.
(20o8). Gecekondu Sineması. İstanbul: Hayalet Kitap. Sy.78
8.
Yıldız, E.
(20o8). Gecekondu Sineması. İstanbul: Hayalet Kitap. Sy.9
9. Yılmaz,
E. Türk Sinemasında Sosyal Meseleler.
İstanbul. Başka Yerler. Sy.144
10. Yıldız, E. (20o8). Gecekondu Sineması.
İstanbul: Hayalet Kitap. Sy.105
11. Yıldız, E. (20o8). Gecekondu Sineması.
İstanbul: Hayalet Kitap. Sy.114
12. Yılmaz,
E. Türk Sinemasında Sosyal Meseleler.
İstanbul. Başka Yerler. Sy.151
14. Yılmaz,
E. Türk Sinemasında Sosyal Meseleler.
İstanbul. Başka Yerler. Sy.153
Şafii Çelik( Sunum Projesidir)
.