20 Kasım 2013 Çarşamba

Türkiye’de Gecekondu Sorunu ve Gecekondu Sorunun Sinemaya yansıtılması

Türkiye’de Gecekondu Sorunu ve Gecekondu Sorunun Sinemaya yansıtılması

Bu çalışmada amacımız; 1960 ile 1980 arası Türkiye’de göç ve gecekondu sorununu, soruna ilişkin gecekondu politikalarını, sosyo-ekonomik ve kültürel nedenleri ile ele alıp incelemek. Bir başka ve temel amacımız ise 1960-1980 arasında gecekondu olgusunun Türk sinemasında nasıl yansıtıldığını incelemek. Yapacağımız incelemelerde temel olarak şu sorular üzerinden gidilecektir; Türk sineması, gecekondu olgusuna nasıl bakmış? Gecekondu sorunları yansıtırken, gecekonduda var olan sorunların çözümünde devletin herhangi bir politikası var mıdır? Gecekondu-kent kültürü ve semboller nasıl yansıtılmıştır? Temel argümanlar ve söylemler neler olmuştur? Bu analizleri yaparken belli başlı filmleri ele alacağız. Bu filmler, Umut( Yılmaz Güney, 1970), Canım Kardeşim (Ertem Eğilmez,1973), Umudumuz Şaban (Kartal Tibet,1980), Sultan (Kartal Tibet, 1978), Gelin(Lütfi Ö. Akad, 1973), Devlet Kuşu (Memduh Ün, 1980).
Göç ve Gecekondu Olgusuna Bakış
Türkiye’de göç kavramı her zaman karşımıza çıkıyor. Ekmek gibi vazgeçilmezdir. Ekmek gibi vazgeçilmez kılan şey ise hayatta kalmak ve yeni umutları taşımak. Göç olgusunu biraz sosyolojik açıdan inceleyeceğiz. Sosyolojik açıdan bakmamızın temel nedeni ise göçün beraberinde bir hareket, çatışma, uzlaşma, değişim ve dönüşüm getirmesidir. Bu bağlamda göçün tanımını şu şekilde yapabiliriz: “İnsanların, grupların demografik, coğrafik, ekonomik ve sosyo-politik nedenlerle zaman ve mekânda yer değiştirmesi ile eyleme dönüşen ve eylemin bitiminden sonra da etkileri devam eden bir süreçler bütünüdür.”(1)
Yukarıdaki göçün tanımına baktığımızda da coğrafya ve mekan değişimi olduğu gibi eylemin bitiminden sonrasındaki etkiye de vurgu yapılmıştır. Göç eylemi önemli bir olgu olduğu kadar göçün sonrasında meydana gelen gecekondu sorunu da etkilidir. Türkiye’de 1950’lerde başlayan sosyal ve toplumsal değişme, göçün artmasına neden olmakla beraber gecekondulaşma sorununu da gündeme getirmiştir. 1950’lerde başlayan ve günümüze kadar devam eden göçün temel nedenleri ise;
·         Nüfusun hızla artması.
·         Tarımın büyük ölçüde makineleşmesiyle işgücünün kırsal bölgelerden
kentlere kayması.
·         Sanayileşmenin plansızlığı.
·         Toprağın bölünmesi, verimin azalması ve yetersizliği.
·         Ölçülü toprak reformunun yapılmaması.
·         Hazine arazilerinin iyi değerlendirilmemesi.
·         Konut sorununa bütüncül bir yaklaşımla çözüm getirilememesi; konut
kiralarının yasal bir düzene sokulamaması.
·         Kırsal alanlarda sağlık, beslenme, eğitim, ulaşım ve bu gibi olanakların
yetersizliği, dengesizliği, denetimsizliği.
·         İş olanaklarının sadece kent merkezlerinde kurulan fabrikalar ve devlet
kurumlarınca sağlanması.
·         Kent plan ve programlarının çağın koşullarına uygun olmaması.
·         Halkın bilgi, görgü, kültür gibi değer yargılarını yükselten kurumların kırsal
bölgelerde bulunmaması ve böylece kentsel yaşamın özendirici bir nitelik ve nicelik
taşıması vb. nedenler.(2)
Özellikle 1950’lerde başlayan göçün sanayinin gelişmesi ve tarım alanlarına makinanın girmesi ile ilgili olduğunu söylemekte fayda vardır. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de 1945’te sonra nüfus artışının olması göç ve gecekondu sorunun oluşmasında önemli rol oynadı. Ayrıca kırsal toprakların artan nüfusu barındıramaması ve makinenin de toprağa girmesiyle göçü kaçınılmaz kılmıştır. Göç kaçılmaz olduğu kadar konut sorunu kaçınılmaz olmuştur. Göç beraberinde daha büyük bir sorun olan gecekondu sorunu getirdi. Gecekondular, her zaman şehrin içinde olmasa da kimi zaman sanayinin veya fabrikaların bulunduğu yerlerde yapılmıştır. Kimi zaman da kentlerin çevresinde kente uzak yerlerde yapılmıştır. İstanbul, Ankara, İzmir ve Adana’da yüz göstermeye başlayan gecekonduları sadece kentleşme bağlamında ele alamayız çünkü bunun en önemli ayağı göçtür. Bu göç bir anlamda öteki kentleşme sorunu olan gecekondu sorununu doğurmuştur.  
Gecekondu yapıları kimi zaman geçici kimi zaman da kalıcı olarak kullanıldı. Kente yeni gelen yoksulların başlarını sokabilecekleri bir yer arayışıyla ortaya çıkan bu gecekondular, önceleri geçici bir barınak alanı olarak kullanılırken, sonradan kalıcı hale geldi. Maddi acıdan iyi duruma gelen aileler bir şekilde kentin apartman dairelerin de kalmaya başlıyor. Kimi ailelerde maddi acıdan iyi bir seviye geldiği zaman gecekonduyu satın alıp, köyden gelen yeni kişilere kira verebiliyor. Gecekondu nüfusu bu nedenle hiç azalmadı. Gün geçtikçe nüfus arttı. 1950’den 2000’lere kadar gecekondu yoğunluğu ve gecekondu nüfusu sürekli artmıştır. 1995 yılında gecekondu sayısı 50 bin olan Türkiye’de, 1995 yılında 2 milyon gecekondu sayısına ulaşmıştır. Her beş yılda bir neredeyse gecekondu sayısı ikiye katlanmıştır. Gecekondu nüfusu da buna benzer bir artış göstermiştir. Ayrıca 1950’lerde gecekondunun kentsel nüfustaki payı %4‘lerde iken 1990’larda %35 olmuştur. Gecekondu nüfusu 10 milyonu bulmuş ve şehirdeki her üç kişiden biri gecekonduda kalıyordu. Türkiye’de gecekondu ve gecekondu nüfusu TÜİK verilerine göre aşağıdaki gibidir.
Tablo 12. Türkiyede gecekondu ve gecekondu nüfusu
Yıllar
Gecekondu
Gecekondulu Nüfus
Kentsel Nüfustaki Payı %
1955
50.000
250.000
4.7
1960
240.000
1.200.000
16.4
1965
430.000
2.150.000
22.9
1970
600.000
3.000.000
23.6
1980
1.150.000
5.750.000
26.1








Kaynak: Gökçe, 2004; Türkiye’nin Toplumsal Yapısı ve Toplumsal Kurumlar ve TUİK verilerinden derlenmiştir.


Kentsel Nüfusu 1.000.000 Üzerinde Olan
İl Merkezlerinin Kentsel Nüfus İçindeki Payları

Yıllar
İller
Oran
1960
İstanbul
%16,9
1970
İstanbul, Ankara
% 26,8
1980
İstanbul, Ankara, İzmir, Adana
% 35,4
Tablo: Suher, 1998, s.66.


Gecekondu nüfusunun artması aynı zamanda bir değişim ve çatışmayı da beraberinde getirdi. Yukarıdaki verilere baktığımızda kentte yaşayan her üç kişiden biri köyden göç etmiş ve gecekondu veya teneke evlerinde kalıyor. Gecekondu da yaşayan halk ayakta kalabilmek için bir dayanışma içerisinde olması gerek. Bu dayanışma da genellikle “Hemşerilik” kavramı üzerinden işliyordu. Bu hemşerilik duyguları yeni kimliklerin ortaya çıkmasına ön ayak oldu. Engin Yıldız: “ Hemşerilik duyguları kimi zaman iyileştirilmeyen ekonomik ve sosyal durum kentte kimi kimliklerin ön plana çekilmesini sağlıyor. Trabzonluk ya da Karadenizlik, Doğuluk ya da bir spor kulübüne taraftar olmak, özellikle hemşerilerin gittiği bir kahvehaneye gitmek bir tür kimliklerin oluşması ve cemaat mantığının sürdürülmesini sağlayan etmenlerdir.”(3) Aslında gecekonduda yaşayan nüfusun başka bir çaresi de yok gibi ayakta kalabilmek için. Özellikle gecekondulaşma ve göç tamamen hemşerilik duyguları üzerinden yürüdüğünü söyleyebiliriz.
Köyden veya kırsal alandan gelen insanları bir şekilde ya akrabaları ya da hemşerileri karşılayıp, şehir tecrübelerini anlatılır. Nelerin yapılması ve nelerin yapılmaması konuda uyarılarda bulunur. Göç eden ve şehirde var olmaya çalışan bu insanlar birde fazla sorunla karşı karşıya kalmaktadır. Amaçları bir şekilde yeni bir hayat kurmak olan bu insanlar başka sorunlarla yüz yüze kalıyor. Bu sorunların başında; “ Konut, iş bulma gibi ekonomik sorunlarla kent toplumu ile uyum, kentlileşme gibi sosyal ve kültürel süreçler gelmektedir.(4) Politik ve sınıf farklılıklar kent ile gecekondu arasında görülmeye başlandı. Devlet arazine yapılan bu gecekondular çoğu zaman devlet ile karşı karşıya getirdi. Devletin sosyal politikalar açısından sıfır olduğunu söylemekte fayda var. Bu gecekondu bölgeleri sadece seçim zamanında hatırlanır ve tapu sözü verilir ama bir türlü sorun çözümlenememiştir. Özelikle devletin ve hükümetin üst yöneticilerini ilgilendiren bu sorunun boyutlarını ve çözüm biçimini Başbakan Bülent Ecevit 1978’de şu açıklamayı yapar; “Bu sorun dar ve orta gelirli halkın büyük bir sorunu haline gelmiştir. Biz arsa ve konut spekülasyonunu önleyen en ideal çözümün sosyal konut olduğuna inanıyoruz. Ancak, bunun hemen çözümleneceğini sanmak da hayalcilik olur.
Halkımız yaratıcı bir bünyeye sahiptir. Bunu gecekondularda da görebiliriz. Dünyanın birçok gelişmiş ülkelerinde gecekondular vardır. Ancak, bu gecekondular bizimkilerden çok farklıdır. Bizim halkımızın yaptığı gecekondularda yaratıcılık görülmektedir.
Eğer belediyeler, halkın yaratıcı gücü ve devletin desteği ile bir çalışmaya giderlerse Türk halkının konut sorununu kendisinin çözebileceği güçte olduğu görülecektir.”(5) 1978’den  beş yıl sonra gecekondu affı çıkıp ve bu tarihten sonra yapılacak gecekondular yasaklanmıştır.
Bir Yaşam Alanı Olarak Gecekondu ve Gecekondu Kültürü
Gecekondu kavramına baktığımızda hızlı bir şekilde ve dayanıklı olmayan yapıların olduğunu söyleyebiliriz. Bu yapılar genellikle derme çatma olup, geçici olarak bir barınak olarak kullanılır. Fakat işsizlik ve ekonomik sıkıntılardan dolayı bu tür yapılar kalıcı olarak kullanılmaya başlandı. Kalıcı olarak kullanılması birçok sağlık ve alt yapı sorununu beraberinden getirdi. Bu yapıların kentsel hizmetleri ve altyapıları hizmetleri mevcut olmadığı gibi, bulaşıcı hastalıkların kolayca artabileceği de bir yerdir.
 Kent içinde değil de çevresinde bu yapıların oluşturulması, kültürlerine ve yaşam tarzlarını devam ettirme isteklerinin de olduğunu ekleyebiliriz. Özellikle gecekonduların bahçesi olması, suların genellikle dışardan getirilmesi ve tüm işlerini gecekondu alanı içinde yapmaları bir anlamda yeni bir yaşam alanı sağlamışlardır. Gecekondu mahallesinde erkeklerin bir araya gelebileceği ve iletişimi sağlayan tek yer kahvehaneler olduğunu söylemekte fayda var.  Erkekler kapıcılık, inşaat işçiliği, işportacılık ve küçük esnaflık yapıyordu. Kadınlar ise genellikle hizmetçilik veya temizlik işinde çalışıyorlardı. Kent ile gecekondu arasında minibüsler önemli bir araçtır. Kent ile bağlantılarını kuran minibüslerdir. İş dışında tüm hayatları gecekondu çevresinde geçmektedir. Kent onlar için adeta ötekidir. Gecekondu insanları kent tarafından dışlandığı gibi, gecekondu halkıda kent insanına mesafeli duruyor. Gecekonduda erkekler, kadınların “şehir karılarına” benzemelerini istemezler. Gecekondu yaşamında kadın ve erkeğin rolü bellidir ve kadın genellikle ev içinde bulunandır. Fakat kentteki kadınlar sinemaya gider, erkek arkadaşı ile flört eder ve rahat bir şekilde şehri dolaşabilendir.  Bu yüzden kent ahlakına güvenilmez. Sahip oldukları gelenek ve görenekler korunmaya çalışılır. Kent insanları bazen onlar için tehlikeli olsa da bazen bir umut olabiliyor. Şehirli insanların hayat biçimi gecekonduda yaşayan genç nüfusu etkiliyor ve bazen kimlik bunalımı yaşanabiliyor. Kültürel bir çatışma söz konusu olduğunu söyleyebiliriz. Kültürel bir çatışmanın çıkmasının bir nedeni ise zenginlik ve fakirliktir. Özellikle gecekonduda daha çok göze çarpan bu adaletsizlik, çatışmayı ve öteki kavramını körüklemiştir. Bu açıdan “ Gecekondular; yalnızca bugüne değil, tarihsel sürece ilişkin bir ekonomik adaletsizliğe vurgu yaparlar. Çünkü gecekondular insanların yerlerinden yurtlarından daha iyi bir yaşam için ya da eşitlik için yaptıkları göç sonucunda ortaya çıkmış yapılardır. Bu da, toplumsal yapıdaki çelişkileri açığa serer.”(6) Şehirde yaşayanlar genellikle orta sınıf ve zenginlerdir. Gecekondu da yaşayan kadınlar zengin evlerinde hizmetçilik yapıyordu veya fabrikada çalışıyordu. Bu onlar için öteki kavramı yarattı tıpkı şehirlilerin gecekonduluları gördüğü gibi. Erkekler için bu durum söz konusudur. İki farklı statüde olanların bir arada yaşaması ve aynı havayı soluması öteki kavramını yaratmakla beraber çatışmayı da beraberinde getirdi
Gecekondulaşma ve kentleşme sadece öteki kavramını yaratmadı. Aynı zamanda gecekondu koşullarının değişimi, sosyo-ekonomik, kültürel ve politik olarak birçok yeni kavram türetmiştir. Özellikle koşulların değişimiyle beraber şu kavramlar ortaya çıkmıştır:  “gecekondu halkı”, “gecekondu birliği”, “gecekondu bölgesi”; “kurtarılmış bölge”, “halk mahkemesi”, “bölge komitesi”; “yapım zamanı”, “yıkım zamanı”, “yıkım geliyor”, “tapusuz dünya malı”, “gecekondu kültürü”, “yoksulluk kültürü”, “teneke mahallesi”, “Anadolu şehri”; “sefalet edebiyatı”, “gecekondu hastalığı”, “gecekonduculuk”; “gecekondu ticareti”, “gecekondu ağalığı”, “sefalet yuvası”, “gecekondu spekülasyonu”, “gecekondu kenti”, “arabesk müzik”, “kondu”, “gecekondu affı”, “tapu tahsis belgesi”, “varoş, varoş kültürü”, “gecekondu tüccarlığı”, “gecekondu çetesi”, ”gecekondu tarikatı”(7) vb. kavramlar.
Yukardaki kavramlara baktığımızda temel olarak bir dayanışma ve beraberlikten oluşan kelimeler mevcut. Bu bir anlamda gecekondu bölgelerinde bir politik bilinç geliştiğini söylemekte fayda var. Özellikle 1960 ile 1980 arasında hakkını arayan ve kendi adalet sistemini kuran gecekondu bölgeleri görmek zor olmayacaktır. Kurtarılmış bölgeler hem sol kesim hem de sağ kesim için de mevcuttu. Devlet ise daima onları unuttu. Onları sadece suç işlendiği zaman hatırladı. Bazen de seçim dönemlerinde.
Özellikle gecekondu nüfusunun artışı ile beraber gecekondularda yaşayan insanlar belediyenin ve partilerin oy merkezi olarak algılandı. Sosyal politikalar açısında devletin çok kötü bir sınav verdiğini görmek mümkündür. Özellikle 1980’lerden sonra önüne geçilemeyen bu gecekondulaşmaya af yasası çıkartıldı. Yeni yapılan veya yapılmaya çalışılan tüm gecekondularda bir şekilde yıkılma kararı alındı.



Türk Sinemasında Gecekondu Sorununun Yansıtılması
Gecekondular, Türkiye’de sorun olarak 1945’lerde kendisini hissettirmesine karşın, sinemaya yansıtılması 1960’ları bulmuştur. Sinema artık sadece kenti ve kentliyi göstermeyecekti. Kent nüfusunun üçte birini oluşturan ve büyük sefalet içinde olan insanlara yönelmiştir sinema. Gecekondu bir değişim ve dönüşüm olduğu kadar aynı zamanda Türk sinema tarihi içinde bir dönüşüm olmuş ve önemli bir konuma sahip olmuştur. Gecekondu filmi veya gecekondu sinemasının tanımını kapsamlı bir şekilde yaparsak şu öğeleri eklememiz gerekir: “Su, elektrik, ulaşım, altyapı sorunu, ev içi mekan sorunu, sağlık sorunu, bölgesel ve etnik sorunlar(Doğu ile Batı bölgeleri arasındaki sosyo-ekonomik dengesizlikler), toplumsal gettolaşma, cemaat ideolojisi, toplumsal kırılmalar, ‘kültürel gecikme’, kentli kadının taşralılar tarafından stigmatize edilmesi, işsizliğin varlığı, arsa/konut spekülasyonu, zabıta baskısı ve fiziki güç kullanımı.”(8) vb. öğeler. Köyden şehre gelen ve bir şekilde gecekondu da yaşayan insanların sorunlarını hangi kavramlar ile sinemaya yansıtıldığını belirttik. Fakat insanlar köyden başka sorunları da kendisi ile beraber getirmiştir. Bu sorunlar da kan davası, başlık parası karşılığındaki evliliklerin devam etmesi, muhafazakârlık ve kadın ile erkeğin rolü. Bu sorunların tamamının sinemaya yansıtıldığını söyleyebiliriz. İzlediğimiz tüm filmlerde ayrıca sosyal devletin yokluğuna vurgu yapıldığını görüyoruz. Bu açıdan gecekondu sorununun sinemaya yansıtılması içerik olarak onu zengin kılmıştır. Gecekondu ile ilgili olan filmler tam olarak gecekondunun tüm sorunlarına değinmese de başarılı yapıtlar olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü her film başka bir sorunu ele almış. Bazı filmler konut sorunu ve işsizliği ele alırken bazı filmler de çatışma, dönüşüm ve umudu ele almıştır.
Filmlerde gecekonduda yapılan işlere de vurgu var. Bu dönem filmlerinde küçük orta işletmelerden ziyade, “işçilik ve hizmet sektörü daha yoğun bir şekilde filmlerde kendine yer bulur.  Bu da Emre Kongar’ın gözlemleriyle uyumludur. Emre Kongar da gecekondu halkının iş durumunu bazı veriler eşliğinde şu şekilde sıralamaktadır. Gecekonduda yaşayanların üçte biri hizmet kesiminde çalışmaktadır, bunu ise sırasıyla sanayi işçiliği ve küçük esnaflık, gezginci, satıcılık ve niteliksiz işçilik izlemektedir.”(9)
1960 ile 1980 arasında gecekondu sorununa değinen filmlere baktığımızda dil ve söylem olarak çok gerçekçidir. Gecekondu sorununa sosyolojik açıdan da bakılabilmiştir. Kentlerin çevresinde meydana gelen gecekonduları ve o yüksek binalar ile teneke evleri aynı sahnede verebilmiştir. Gecekonduları konu olarak alan aşağıdaki filmleri şimdi inceleyeceğiz. Umut( Yılmaz Güney, 1970), Canım Kardeşim (Ertem Eğilmez,1973), Umudumuz Şaban (Kartal Tibet,1980), Sultan (Kartal Tibet, 1978), Gelin(Lütfi Ö. Akad, 1973), Devlet Kuşu (Memduh Ün, 1980).
Umut( Yılmaz Güney, 1970)
Gecekondudan nasibini alan Adana’da film geçiyor. Filmin hemen ilk sahnelerinde kentin güzel ve büyük binaları ile Yılmaz Güney’in(Cabbar) oturduğu yer karşılaştırılıyor. Lüks binalar ve zengin bir hayat içinde fakirliği temsil eden at arabalar ve sefil bir hayat süren insanlar var.  Şehrin içinde yer alan arabacılar, köfteciler ve seyyar satıcılar bir anlamda gecekondunun niteliksiz işçilerini gözler önüne seriyor. Filmin hemen başında sosyal adaletsizliği gözler önüne seriliyor.

Özellikle sosyal adaletsizliğin ve eşitliğin dağılımındaki adaletsizliği binalar gösteriyor. “Gecekonduların bu kadar kötü olmasına karşın sahnelenen apartmanların güzelliği ve alameti bize Doğu’ya ve Anadolu’ya ilişkin başka bir gerçeği, eşitliğin dağılımındaki adaletsizliği sergiler.”(10) Keza başka bir örnek ise zengin ailelerin çocukları yüzme havuzunda yüzerken, gecekondu da yaşayan çocuklar Seyhan ve Ceyhan Irmağından yüzüyor ve yıkanıyor olması.
Cabbar atını kaybetmesi sonucu zor olan hayatı daha da zorlaştı. Kimden yardım istedi ise alamamış ve var olan malına da el konulmuş. Şehrin zenginlerinden biri “ Şehirde adamın atı da ölür, her şeyi de ölür. Şehre gelmeseydin” sözü aslında bir istenmeme söz konusudur. Ayrıca filmde mahalleler zenginlerin ve fakirlerin mahalleleri diye ikiye ayrılması “öteki” kavramını gözler önüne sermiş.
Filmde devlet kavramına veya olgusuna yer vermiş. Resmi kurumlar yani devleti temsil edenler de hep zenginlerin yanında yer almıştır. Cabbar’ın atına vuran arabanın sahibi zengin olduğu için herhangi bir işlem yapılmadığı gibi suçlu Cabbar görülüyor.
Geleneksel inanışlarda köyden şehre taşınıyor. Tek umutları define bulmak. Fakat hiçbir şekilde bu gerçekleşmiyor. Kültür ve eğitim olarak da bir geri kalmışlığın var olduğunu söyleyebiliriz.
En büyük umut ve hayal iyi bir at ve araba sahibi olmak. Umut filmi düzen bozukluğu, sosyal adaletsizliğin hakim olduğu bir yerde umuttu.
Canım Kardeşim (Ertem Eğilmez, 1973)
Ertem Eğilmez bu filminde zengin ile fakir ikilemini sergilemiştir. Film neredeyse tamamı gecekondu mahallesinde geçmektedir. Bozuk evler ve çamurlu yollar sağlıksız bir ortam doğuruyor. Filmin hemen başında küçük çocukta kaşımalar olması ve öğretmeni tarafından uyarılması, gecekondunun sağlık ve temizlik açısından ne kadar kötü olduğu açıktır.
Filmin hemen başında kulağında radyo taşıyan adam göze çarpıyor ve adam neredeyse yirmi dört saat radyoyu yanında taşımaktadır. Adamın tek işi kan ihtiyacını radyoda duyurduğu vakit, gidip para karşılığında kan vermek. Bunun ticaretini yapan ve gecekonduya yeni gelen gençleri kendine bağlayan daha eski bir gecekonducu var.
Filmde, İstanbul’a göç edenlere yetmemiş gibi, işsiz olan kitle Almanya’ya göç edebilmek için uzun kuyruklarda bekletilmektedir. Tabi bu durumdan da fırsat çıkartılıyor. Burada da sidik satışı yapılmaktadır.
Ölen babasını gömmek için gereken para bile bulunamıyor. Şehirde rahat ölüm bile yok. İletişimin ve kamusal alan onlar için kahvehanelerdir. Günün neredeyse tümü burada geçirilir.
“Canım Kardeşim, 1970’lerin gecekondu semtinde semtin de kendi kaderlerine terkedilmiş insanlarının öyküsüdür. İnsanlar yaşamak için her türlü yolu denemektedirler.”(11)
Sultan (Kartal Tibet, 1978)
Kartal Tibet’in yönetmenliğini yaptığı film, gecekondulaşma sorununu gözler önüne sermektedir. Başrolde oynan Türkan Şoray, zengin evlerinde temizlikçi olarak çalışmaktadır. Filmin bir diğer kahramanı olan Bulut Aras, minibüs şoförlüğü yapmaktadır. Aslında filmde gecekonduyu kente bağlayan tek araçtır minibüs.

Filmin hemen başında altyapı sorununu görmekteyiz. Gecekonduda yaşayanlar suya olan ihtiyaçlarını dışardan sağlıyor. “En temel ihtiyaçların başında gelen su ihtiyacının mahalle çeşmesinden karşılanması, bu süreçte nüfus yoğunluğunu kaldıramayan çeşmenin başında sık sık kavga çıkmasına neden olmaktadır. Aslında bu bir nevi, kentin dışında yaşanan yaşam kavgasının, hayatta kalma kavgasının görüntüsüdür.”(12)
Bu filmde kadın ve erkek olgusuna göz atmış. Film dul olan Türkan Şoray üzerinde gidilse de, erkeğin varlığı olmazsa olmaz olarak gözler önüne seriliyor. Kadının tek başında yaşama imkânın zor olduğunu ve bu yüzden güçlü bir erkeğe ihtiyaç duyuluyor. Film bu bakış açısını eleştiriyor.
Diğer filmlerde olduğu gibi bu filmde de kadınlar temizlik işinde veya fabrika da, erkekler ise seyyar satıcı veya hizmet sektöründe çalışmaktadır.
Devlet algısı biraz daha farklı. Devleti temsilen gecekondu mahallesinde bekçi duruyor. Bu bekçi tüm sosyal hayata müdahale etme yetkisini kendisinde görüyor. Halk da itaat ediyor. Sosyal devlet veya refah devleti yerine hayatın her alanına müdahale eden bir devlet görüyoruz. Ayrıca kaldıkları gecekonduların yıkılması bir anlamda onları politikleştirmiş. Yeni bir gecekondu mahallesini inşa etmişler.
Umudumuz Şaban (Kartal Tibet, 1980)
Bu film gecekondu sorununa biraz da güldürü eklemiş. Kemal Sunal’ın politikacılarla alay etmesi ve onları komik bir şekilde eleştirmesi filmi biraz komedi filmi yapmış.
Babasının miras olarak bıraktığı kahveyi almak için köyden gelen Şaban, bir dizi olaylarla karşılaşıyor. Arsa ticareti yapan muhtarın, mahalleye iş adamları ile birlikte gökdelenler dikmek istemesi sonucu, karşılarında Şaban’ı görüyor. Kemal Sunal burada bir kahraman olarak görülüyor ve gecekondu da yaşayan bütün halkın arsa tabusunu dağıtıyor.
Tabu vermekle beraber kalmayıp, okul, yol ve evler yapıyor. Aslında devletin yapması gereken sosyal politikaları Kemal Sunal yapıyor.
Gelin(Lütfi Ö. Akad, 1973)

Gelin filmi gecekondu sorunun birçok noktasına değinmektedir. Gelenek ile modern, kültürel çatışma, göç ve daha birçok konuyu barındıran bir film. Filmin hemen ilk sahnelerinden köyden göç eden Hülya Koçyiğit ailesini gösteriyor. Haydarpaşa Garı her zaman olduğu gibi yine de gecekonduculara ev sahipliği yapıyor. Bir anda denizi, Galata Kulesi ve Eminönü’nü gören bu insanlarda bir bocalama yaşadıklarını hissedebiliyoruz.
Gecekonduda yaşayan insanların kültürel çatışma yaşadığını ve gelenek ile görenek arasında çatıştığını şu sözler ile anlayabiliriz.
-Büyük ağabey Hıdır: “Avradını fabrikada çalıştırır. Olacak iş mi?.. Kadın kısmı evde gerek, erinin dizi dibinde”
-Hacı İlyas’ın karısı gelinine: “İstanbul şu avlunun dışında, burayı Yozgat’ın toprağı bellesen iyi olur.” Burası bildiğin Anadolu kasabası”(13)
Gecekondu sahibi olmak, biraz daha zenginleşmek için, masarflar kısılır, yemekten kısılır, hayatın her alanında kısılmaya hatta kurban verilmeden zenginleşme olmayacağını vurgularla. İş kazaları, yoksulluk ve çaresizlik bu gecekondularda hakim.
Devlet Kuşu (Memduh Ün, 1980)
Umudumuz Şaban filminde olduğu gibi bu filmde de komedi hakim. Kemal Sunal neredeyse tüm filmlerinde aptal tiplemesi ve pısırık tiplemesi ile izleyicilerin karşısına çıkıyor. Bu filmde ise biraz daha farklı. Özgüvene sahip olmakla beraber, kendini kanıtlayan veya yoksul hayattan kurtaran biri olarak karşımıza çıkıyor. Diğer filmlerinde olduğu gibi bu filmde de bir alt tabakayı temsil ediyor. Lakin bir anda şans ona döner ve zengin olur. Herkesin hayal ettiği hayata kavuşur ve bir anda kent hayatına uyum sağlar.
Bu hayat belli bir noktadan sonra ona sıkıcı gelmeye başlar. Değer verdiği insanlar ile ve en yakın arkadaşları ilişkileri bozulur. Para bir yerden sonra ona mutluluk getirmiyor. Paranın mutluluk getirmeyeceğini anlayan Kemal Sunal, her şeyi bırakır ve eski yaşamına döner. Gecekondu yaşamını haklılaştırır.
Diğer gecekondu filmlerinde olduğu gibi bu filmde de zengin ile fakir ayrımı yapılır. Arabesk müzik gecekondu yaşam alanına girmiştir. Kültürel çatışma olduğu gibi, sınıf atlamaya çalışan ve zenginleşip belli bir hayat standartlarına ulaşan insanları da görmek mümkündür.


Sonuç Yerine
Türkiye’de gecekondu olgusu politik, ekonomik ve sosyolojik bir dönüşüm ve değişim getirmiştir. Gecekondu tek başına bir sorun olarak ele almak bizi yanlışa düşürecektir.  Makinanın tarımsal alana girmesi, nüfus artışı göçü doğurduğu gibi, göç de gecekondulaşmayı doğurmuştur. Gecekondu nüfusu 1960 ile 1980 arasında hızla artmıştır. Kent nüfusunun nerdeyse %30’unu oluşturmuştur. Gecekonduda yaşayan bu nüfus altyapı sorunu, sağlık sorunu, tabu sorunu, eğitim sorunu ve onlarca sorunla karşı karşıya kalmışlardır. Gecekondu, kent tarafından dışlandığı gibi kent de gecekondu tarafından çoğu zaman dışlanmıştır. Kültürel bir çatışmanın varlığından söz etmek doğru olur. Çoğu zaman zenginleşmeye çalışan ve sınıf atlamaya çalışan insanları görebiliriz. Politik olduğu kadar kültürel anlamda da sinemada yer alabilmiştir. Eşitlik noktasında ve adalet konusunda bir mücadele de yaşandığını söyleyebiliriz. “Özellikle 70’li yıllar filmlerinde gecekondu, kente misafir gelenler olarak değil, kentin hakkını alamamış sakinleri olarak resmedilmişti.”(14) Türk sineması 1960 ile 1980 arasında onlarca gecekondu filmini yapmıştır. Gecekondu sinemasında başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Sinemada gerçeklik algısı göz önünde bulundurulmuş. Köyden kente göç eden insanların hayatı tıp çıplaklığı ile yansıtılmıştır. Dil ve söylem olarak baktığımızda da gecekonduda yaşayan insanların yanında yer alabilmişlerdir. Gecekondu kültürü, gecekondu yaşam alanı ve politik çatışmayı başarılı bir şekilde yansıtabilmiştir.
Kaynakça;
1.       Çakır, S. (2013). Türkiye’de Göç, Kentleşme/Gecekondu. Mayıs 10 Mayıs, 2013 tarihinde http://sablon.sdu.edu.tr/dergi/sosbilder/dosyalar/23/23_14.pdf   adresinden alındı. Sy.2
2.       Çakır, S. (2013). Türkiye’de Göç, Kentleşme/Gecekondu. Mayıs 10 Mayıs, 2013 tarihinde http://sablon.sdu.edu.tr/dergi/sosbilder/dosyalar/23/23_14.pdf   adresinden alındı. Sy. 6
3.       Yıldız, E. (20o8). Gecekondu Sineması. İstanbul: Hayalet Kitap. Sy.68
4.       Çakır, S. (2013). Türkiye’de Göç, Kentleşme/Gecekondu. Mayıs 10 Mayıs, 2013 tarihinde http://sablon.sdu.edu.tr/dergi/sosbilder/dosyalar/23/23_14.pdf   adresinden alındı. sy. 3
5.       Çakır, S. (2013). Türkiye’de Göç, Kentleşme/Gecekondu. Mayıs 10 Mayıs, 2013 tarihinde http://sablon.sdu.edu.tr/dergi/sosbilder/dosyalar/23/23_14.pdf   adresinden alındı. Sy. 6
6.       Yıldız, E. (20o8). Gecekondu Sineması. İstanbul: Hayalet Kitap. Sy.78
7.      Çakır, S. (2013). Türkiye’de Göç, Kentleşme/Gecekondu. Mayıs 10 Mayıs, 2013 tarihinde http://sablon.sdu.edu.tr/dergi/sosbilder/dosyalar/23/23_14.pdf   adresinden alındı. Sy.7
8.       Yıldız, E. (20o8). Gecekondu Sineması. İstanbul: Hayalet Kitap. Sy.9
9.      Yılmaz, E. Türk Sinemasında Sosyal Meseleler. İstanbul. Başka Yerler. Sy.144
10.  Yıldız, E. (20o8). Gecekondu Sineması. İstanbul: Hayalet Kitap. Sy.105
11.  Yıldız, E. (20o8). Gecekondu Sineması. İstanbul: Hayalet Kitap. Sy.114
12.  Yılmaz, E. Türk Sinemasında Sosyal Meseleler. İstanbul. Başka Yerler. Sy.151
13.  Çakır, S. (2013). Türkiye’de Göç, Kentleşme/Gecekondu. Mayıs 10 Mayıs, 2013 tarihinde http://sablon.sdu.edu.tr/dergi/sosbilder/dosyalar/23/23_14.pdf   adresinden alındı.
14.  Yılmaz, E. Türk Sinemasında Sosyal Meseleler. İstanbul. Başka Yerler. Sy.153

Şafii Çelik( Sunum Projesidir)













.


1 yorum:

  1. Şimdilerde gecekondu nostaljisine dönüşen şu absürt güzelleme halini de yeni makale aracımız "diziler" üzerinden konu etmek farklı olabilir dönüşüm açısından. Böyle ısmarlama gibi oldu biraz Şafii kusura bakma:) Ama belki bir çağrışım yapar da faydası dokunur diye yazıyorum. Blogdan haberdar değildim, iyi oldu.

    YanıtlaSil