21 Kasım 2012 Çarşamba

Osmanlı'dan Türkiye'ye gelen aydın tipolojisi


Osmanlı’dan Türkiye’ye gelen aydın tipolojisi

“Bugün olduğu gibi dün de Türkiye’de düşünce hayatı devletin istediği, olmasından yarar umduğu, olmasıyla devletin işleyişine katkıda bulunan bir düşünce hayatıdır.”

(İsmet Özel)

Türkiye’deki düşünce hayatını anlayabilmek için Osmanlı ve Osmanlı’dan Türkiye’ye geçişteki zaman dilimine bakmak gerek. Her ne kadar Osmanlı İmparatorluğu ile Türkiye Cumhuriyeti farklı denilse de, düşünce hayatı ve devlete olan biat özellikleri birbirine çok benzerdir.

Osmanlı’ya baktığımızda aydın dediğimiz kesim genellikle saray, medrese, tekke ve Ulema ’da yetişiyordu. Burada yetişen aydın tipine ise “münevver” deniliyordu. Bu münevver kavramı batıda kullanılan aydın kavramını karşılamıyordu. Keza Türkiye’de kullanılan aydın kavramı da batıda kullanılan kavram ile aynı anlamı karşılamıyor.  Batı’daki aydın, tam anlamıyla bilgi birikimiyle donanmış, toplumun etkisinden bağımsız ve bu bilgileri başkalarının etkisinde kalmadan cesaret ile söyleyebilmesidir. Osmanlı’daki aydınlar ise kendini devletten ve devlet düşüncesinden soyutlayamamış. Padişahın ve Osmanlı’nın etkisini üzerlerinden atamamışlar. Kant’ın aydınlanmış insanından bu acıdan uzak duruyor. Bunun temel nedeni yetişen “aydın tipi” devlete biat etmesi ve devletten farklı düşünememesi. İsmet Özel Batı’daki ve Osmanlı’daki aydın kavramını şöyle açıklamaktadır: “Rahip siyasi otoriteden bağımsız ve sosyal hayat üzerinde etkili, söz sahibi kiliseye mensuptu; dolasıyla devletle yarışmayı, halkın devletle olan ilişkilerine yön vermeyi mümkün kılan bir konuma sahipti. Müftü ve müderris ise Fatih devrinden bu yana bir çok şair ve ediple birlikle Ulemay-ı Rüsum içindeydi. Yani Türk aydının ceddi devletten para alan, devletin beslediği bir tabakadan başka bir şey değildi.”

İsmet Özel’in değindiği tabaka aynen Türkiye Cumhuriyeti’ne geçmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı o dönemdeki ulemadan pek farklı değil. Nasıl ki ulema sınıfı o dönem için Osmanlı’ya bağlı bir memur sınıfı ise, bugün de diyanet ve diyanetin imamları Türkiye için aynı anlamı ifade ediyor. Osmanlı’daki ulema padişaha bağlı olması ve padişahtan farklı düşünememesi veya farklı fetva verememesi, İslam’ın Osmanlı’ya bağlanmasına neden oldu. Yetişecek tüm aydın tipinin Osmanlı’nın etkisi altına girmesi demekti bu. Osmanlı’dan Türkiye’ye geçişte her ne kadar tekke ve medreseler kapatılsa da diyanet ile bu bağlılık devam etti ve ediyor. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurulmasındaki belki de tek neden İslam’ı devletin kontrolünde tutmak ve “devlet ideolojisini” halka benimsetmek. Elbette ki Osmanlı’da olduğu gibi Türkiye’de resmi ve resmi olmayan İslam var. Türkiye’de resmi İslam’ın dışında gelişen akımlar da var. Fakat ne kadar devlet ideolojisinden veya devletten farklı olduğu da soru işaretidir. Türkiye’deki aydın tipi ne devlet kavramından nede Türklük kavramından vazgeçebilmiştir. Elbette ki bu İttihat ve Terakki kadronun getirdiği bir sonuçtur. Burada ele aldığım aydın tipi sadece sağ jenerasyon için geçerli değildir. Sol için de bu söylemin geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Her ne kadar toplumdan ve sağ jenerasyondan farklı şeyler söyleseler bile, “bağımsız Türkiye” kavramından, devletin varlığından asla vazgeçilemiyor. Sanki devletin olmadığı bir yerde düşüncelerinin boşlukta kalabileceğini veya devlet olmadan kendilerinin de bir anlamının olmadığını düşünüyorlar.

Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyet’ine geçişine baktığımızda ise yine durum pek farklı değil. Her ne kadar Genç Osmanlılar ve Jön Türkler Avrupa’da eğitim alsalar bile, devletten bağımsız düşünmüyor. Tanzimat dönemindeki aydın tipi ile Cumhuriyet dönemine geçişini sağlayan aydın tipi her ne kadar Osmanlı’ya karşı olsalar da amaç yine  devlete biat etmektir. Tanzimat’ta Osmanlı’nın eğitim sistemi değişse bile aydın tipi değişmemiştir.  Şerif Mardin’in söylemiyle: “ Tanzimat’ta “alim” in yerine, giderek “muallim” in yönettiği bir eğitim yaratılmıştır.”  Ziya Gökalp, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu ve daha bir çok aydın tipi bu dönemde milliyetçi fikirlerden beslenmiş, devlet sistemini koruma amaçlı devleti nasıl yaşatabiliriz söyleminin içine girmişlerdir.

Cumhuriyet dönemine baktığımızda ise, her ne kadar eğitim kurumları değişse, yönetim ve rejim değişse de aydın tipi hiç değişmemiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında Ziya Gökalp’ın fikri ile Diyanet İşleri Bakanlığı kurulması, Halkevlerinin açılması, Türk Tarih Kurumu ve yeni eğitim sisteminin tek bir amacı vardı. Yetişecek yeni neslin, devlet, Türklük ve resmi İslam dışında kalan alanlarla uğraşılmasını bir anlamda yasaklanması idi. Diyanet İşleri’ne bağlı olan imamlar zaten her hanenin içine nüfuz edebilecek ve yönlendirebilecek güçtedir. İnsanlar her gün resmi İslam ile devlet söylemine maruz kalıyor. Sonuç olarak koşullar böyle iken toplumda yetişecek aydın ile pek karşılaşamıyoruz. Aydın kesiminin yetişmesinde görev alan eğitim kurumlarından da durum hiç iç açıcı değil. İlköğretim ve lisede yetişen tüm öğrenciler, Türklük, resmi İslam ve Kemalizm eğitimlerine maruz kalıyor. Bu eğitimi altı yaşından on sekiz yaşına kadar alan insanların durumunu düşünmek gerek. Türkiye’de neden aydın yetişmediği ve neden devletten farklı bir söylem içine girilmediği o zaman çok net anlaşılır.

Aydın kesiminin yetişmesinde rol alan üniversitelere baktığımız da ise giderek bir çöküşün olduğunu görmekteyiz. Neo-liberal bir politikanın sonucu olarak üniversitelerde anlamlarını yitirmeye başladılar. Üniversitelerde öğrencilere “müşteri” olarak  bakılması sorunun temel kaynağıdır. Üniversiteler tam anlamı ile ticarethaneye dönüştü. Üniversiteler aydın yetiştirmesi gerekirken piyasaya eleman yetiştiriyor. Bugün birçok üniversite şirketlerle yaptığı anlaşmalarla övünüyor. Üniversiteler daha fazla kar elde etmek için bölümlerin parçalandığını görüyoruz. Üniversitelerde oluşan bölümleşme yani bilimlerin disiplinler olarak birbirinden koparak bölümleşmesi, “dar alanda uzmanlaşma” yı getiriyor. Aydın diye nitelendirdiğimiz kişi donamlı olması ve ayrıca her konuda söz sahibi olması gerek. Fakat üniversitelerde yaşanan bu sorunlar, dar alanda uzmanlaşma getiriyor. Bu aydın olmanın önündeki engellerden biridir.

Sonuç olarak; Osmanlı’daki aydın tipi genellikle saray, medrese, tekke ve ulema da yetişiyordu. Fakat belli bir süreden sonra İslam’ın ve Ulema’ nın padişahın egemenliği altına girmesi sonucu devletten farklı düşünmeyen bir aydın tipi ile karşılaşmamıza sebep oluyor. Aslında Osmanlı’da aydınlar bir anlamda memur gibi idiler. Devletten maaş alan ve ona biat eden bir aydın tipi kurulmuştu. Tanzimat’ta ise her ne kadar yönetime karşı olsalar da devlet kavramından asla vazgeçememişler. Devlettin olmaması gibi bir şey söz konusu değildi. Türkiye’ye geçtiğimizde ise yeni rejim, yeni eğitim ve yeni bir fikir var. Fakat buradaki aydının görevi ise devlete bağlılık ve bu yeni oluşan sistemde Kemalizm, resmi İslam ve Türklüğü millete benimsetmek ve aşılamak. Türkiye’deki eğitim sistemi sadece Türklüğü, Kemalizm’i ve resmi İslam’ı öğretiyor. Bugünkü üniversitelerin hali gözler önünde. Türkiye’de aydın yetişmemesinin nedenleri gözler önünde. Eğer ki bir aydın kesimi var ise bu da devletten bağımsız düşünemiyor.
Yazan: Şafii ÇELİK

18 Kasım 2012 Pazar

Ciner Grubu ve Habertürk



    


    


    

    



Habertürk’ün Ekonomi Politiği

Medya, gelişmiş toplumlarda dördüncü kuvvet olarak algılanır. Yasama, yürütme ve yargı kurumlarından sonra devleti kontrol (check-balance) etmesi gereken bir güçtür.  Bunun ne kadar başarılı olduğu ise soru işaretidir. Batı ülkelerinde bile bu dördüncü kuvvet olma sınırlı iken, Türkiye’de neredeyse tümüyle gerçek dışıdır. Türkiye’de medyanın dördüncü kuvvet olamamasının temelinde birçok sorun vardır. Devletin ve hükümetlerin baskısı altında olma sorunları kadar, kendi sermaye yapılarından ve ideolojik tercihlerinden kaynaklanan veya resmi ideolojinin yeniden üretimi gibi birçok sorunları var medyanın. Türkiye’de medyanın ekonomi politiğine bir örnek olarak Ciner Grup’un sahibi olduğu Habertürk Gazetesi’ne bakmamız yeterli olacaktır.

Merkez Grubunun sahibi Turgay Ciner 1956 yılında Hopa’da doğdu. Ciner’in ticari yaşamı hızlı gelişmelerle doludur. Okul yıllarında çay ocaklarında çıraklık yapmış, üniversite yıllarında oto yedek parçacılığı ticaretine başlamıştır ve Talimhane’de bir dükkan sahibi olmuştur.1 Ciner 7 Mart 1978 yılında Park grubunu kurdu. 1984 yılında  Almanya’dan Mercedes ithalatına başlayan Ciner, daha sonra 1988 yılında Anadolu endüstri Holding’in ortaklarından Osman Yazıcı ile birlikte Yazeks’i kurdu. Anadolu Endüstri’nin Irak’taki taahhütlük işlerini devraldı ve 1990 yılına kadar bu ülkede anahtar teslim işler yaptı. Körfez Krizi’nin ardından Rus pazarına yöneldi. Özbekistan’da devlet için anahtar teslim entegre tekstil fabrikaları kurmaya başladı.2 2001 ekonomik krizinde medya sektöründe söz sahibi olmak isteyen Ciner, Bilgin Grubu’na ait medya kuruluşlarına talip olmuş ve Bilgin Grubu TMSF ile anlaşarak medya kuruluşlarını Turgay Ciner’e ait Park Grubu’na kiralamıştır.

Turgay Ciner, Dinç Bilgin’den almış olduğu medya şirketlerine 1 Nisan 2007’de TMSF’nin el koymasının ardından,1999 yılında Ufuk Güldemir tarafından bir haber sitesiyle yayın hayatına başlayan ve televizyon yayıncılığıyla devam eden Habertürk’ü 2007 yılında 35 milyon dolara satın almıştır. Nisan 2009’da Habertürk gazetesini yayın hayatına soktu.3  Ciner Yayın Grubu, Ciner Yayın Holding olarak; Gazete Habertürk, Ciner Medya Yatırımları, Ciner Gazete Dergi(dergi yayıncılığı), Habertürk Gazetecilik ve Matbaacılık, C Yapım Filmcilik, GD Gazete Dergi(dergi yayıncılığı) gibi medya şirketlerine sahip olmasının yanında Habertürk TV ve Bloomberg HT ve bu kanalların radyosunu da elinde tutuyor. Enerji ve Madencilik  ise, Park Termik, Park Teknik, Eti Soda, Park Enerji, Park Elektrik, Silopi Elektrik Üretim, Park Toptan Elektrik Enerjisi Satış, Park Maden ve Riotur sektörlerini sahip. Ticaret, Sanayi ve Hizmet sektörlerinde Park Holding, ETİ Hava Taşımacılığı A.Ş., Park Tıp Sağlık, Havaş, Larespark Hotel, Park Denizcilik, Denmar, Park Sigorta, Park Cam, Ciner Denizcilik, Ciner Gemi, Lares Truzim’e sahip. Son olarak ise Kasımpaşa Spor Kulübünü satın almış bulunuyor. Yurt içinde ve yurt dışında birçok alanda bulunduğu için global bir güç olduğunu söyleyebiliriz.  

Turgay Ciner’in siyasi ve bürokratik bağlantıları


Turgay Ciner'in siyaset ve bürokrasi sahnesindeki dostları arasında Mehmet Ağar, Mehmet Ağar’ın kardeşi Yunus Ağar, aynı zamanda Turgay Ciner’in askerlik arkadaşı Park Holding hem de Yazeks’in yönetim kurulunda. Turgut Özal ise Turgay Ciner’in kardeşi olan Tuncer Ciner ile ilişkileri basına yansıdı. Tuncer Ciner’in T.C. isimli yatını kullanıyordu. Hüsamettin Özkan ise Türk Silahlı Kuvvetlere iç çamaşırı satma işini Turgay Ciner’e verdiği iddia ediliyor. Mesut ve Turgut Yılmaz, Çevik Bir (aynı zamanda tenis arkadaşı), Ünal Korukçu gibi isimler bulunuyor. Turgay Ciner’in yanında çalışan isimler arasında; Özal'ın Yabancı Sermaye Dairesi Başkanı ve Dış Ticaret Müsteşarı Namık Kemal Kılıç, THY Yönetim Kurulu Başkanı eski pilot Atilla Çelebi, Kamu Ortaklığı İdaresi eski başkanı Tezcan Yaramancı, Enerji Bakanlığı eski Müsteşarı Uğur Doğan, Sivil Havacılık Genel Müdürü A. Kayıhan Kabadayı, Özal'ın özelleştirme prensleri Ökkeş Özuygur ve Süleyman Yaşar, Mehmet Ağar'a çok yakın olduğu söylenen eski MİT görevlisi Kemal Hacıbeyoğlu gibi isimler var.
        Beyoğlu 1. Ağır Ceza Mahkemesi'ne 3 dilekçe vererek davada tanık olarak dinlenmek istediğini belirten Ersin Ortaç, dilekçesinde ‘‘Topal'ın öldürülmesi olayında trilyonlar dönüyor. Olayın içinde, Park Otel ve HAVAŞ'ın sahibi Turgay Ciner ile Güvener Holding'in sahibi Halil Güvener de bulunuyor. İşin içinde uyuşturucu var dedi.


Habertürk Gazetesi  Çıkışı

                Nisan 2009’da Habertürk gazetesini yayın hayatına başladı. Kendini “tanrı yazar” olarak tanımlayan Fatih Altaylı genel yayın yönetmenliğine getirildi. 28 Şubat 2009’da Zaman Gazetesi’nden Nuriye Akman’a konuşan Altaylı, özgürlükçü gazete olacaklarını söyledi. Bu konuşmaya baktığımızda Habertürk Gazetesi’nin nasıl ve hangi koşullarda çıktığını çok daha iyi anlayabiliriz. Gazetenin satış fiyatının 75 kuruş olduğunu söyleyen Altaylı, gazetenin maliyetini de 74 kuruş olduğunu söyledi. Altaylı: “Bu gazetenin 100 bin satması halinde bu, başa baş bir fiyattır. 100 binin üzerine çıktığımız zaman giderek artan miktarda kâr ederiz. Ama buna reklam ve editoryal giderler dahil değil. Editoryal giderler tirajla beraber değişmediği için, tirajımız arttıkça biz avantajlı hale geleceğiz. Hâlbuki diğer gazeteler tirajı arttıkça zararı büyüyor. Çünkü reklamla sübvanse ettiği için zararını, kağıt veya endüstriyel maliyeti reklamla kapattığı için onlar tiraj büyüdükçe zarar edecekler. Biz tirajımız arttıkça kâra gireceğiz.” 4 Açıklamasının devamında baktığımızda gazete giderlerinin minimize edildiği ve bir anlamda çalışanlara kadro verilmediği ve çalışanların adeta sömürüldüğünü şu cümleler ile anlayabiliriz: “Mesela personele baktığınız zaman biz diğer gazetelerden kadro olarak daha düşüğüz. Grubun sinerjisinden faydalanma imkânı olan yegane grubuz. Şirket başına düşen genel gider paylarımızı çok aşağılara çekme başarısını gösterdi grup yöneticileri. Diğer medya kuruluşları bizim gibi kriz ortamını öngörerek büyüme çabası olmadıkları için personel sayıları, genel giderleri daha fazla.”5 Ayrıca Habertürk’te ismini vermek istemeyen bir çalışan, çalışma koşulları ile ilgili şunları söyledi:  “Habertürk’te çalışma saatleri çok uzun. Bir kere kapıda parmak izi girişi var ve parmak izinle giriyorsun. Günde ez 8 saati tamamlamak durumundasın (özel durumlar hariç). Parmak izi sistemiyle giriş çıkış saatleri kontrol altında. Maaşlar malum asgari ücretle, çalışanlardan iyi ücret alana göre değişiyor ama genel olarak uzun çalışma koşullarının hakkettiği bir para alınmıyor.”

Habertürk Gazetesi’nin  reklamı ve tirajı

ü  Türkiye’de Reklam Gelirleri

2001 ekonomik krizinde reklam gelirleri genel anlamda tüm basını etkiledi ve bir düşüş yaşandı. 2001 yılından sonra ise reklam gelirleri artmıştır. Fakat 2008 ekonomik krizinde yine bir düşüş olmuş ve ekonomik krizinden sonra 2010’larda reklam geliri artmıştır.

Reklam gelirlerinin mecralara göre dağılımı ise en çok televizyon ve gazetelerde olur. 5

 Medya Gruplarının Mecra Bazında Reklam gelirlerinden Aldıkları Paylar

Ciner grubu televizyon bazında %2, gazete bazında %1, dergi bazında ise %3, internette ise %2. Medya kuruluşlarındaki sıralaması ise beşinci. 6

 Medya Grupları Televizyon Yayıncılığındaki Pazar Payları

Ciner %3

 En Çok Reklam Alan Televizyon Kanalları

Habertürk 11. sırada yer alıyor, süre olarak ise 5.279.707

 Gazete yayıncılığı Sektöründe Yoğunlaşma Düzeyleri

Kasım 2010’da Habertürk günlük ortalama satış olarak 217.211 CR %5,26. Mart 2011’de ise günlük ortalama satış 262.784 CR ise %6,11 ile beşinci sırada yer alıyor.

 Basın ilan Kurumu Tarafından 2010 yılında Dağıtılan İlanlar

Habertürk için resmi ilan: 3.757.133,70, mecburi ilanlar ise 1.288.539,7

 Gazete Reklamları Piyasasında Yoğunlaşma Düzeyleri (Gruplar)

 Ciner Grubu CR %8



Kar-zarar durumuna bakarsak Habertürk Gazetesi’nin ciddi anlamda kar ettiğini söyleyemeyiz ayrıca doğru ve tarafsız haber yapmadığı da gözler önünde. Peki neden bu yayın hala devam ediyor. Belki şu vereceğim örnek her şeyi açıklar. Ciner Grubu Cam ambalaj ve cam şişe fabrikalarını açmadan üç ay önce Habertürk Gazetesi’nde bir hafta içinde beş haber yapılıyor. Bu haberlerde temel nokta ise pet şişelerin sağlıksız ve kansere yol açtığını dile getiriliyor. Bu haberlerin linkleri ve yayınlama tarihi şöyle: 18.09.2011
http://www.haberturk.com/saglik/haber/670686-plastikteki-tehlike


Bu örnekte görüldüğü üzere bazı medya grupları  ekonomik ve politik çıkarlarını korumak amacıyla gazetelerini bir araç olarak kullanıyor.

Habertürk ve Hükümet İlişkisi

Habertürk TV’nin genel yayın yönetmeliği yapan Yiğit Bulut  AKP’den aday olmak istemesine rağmen AKP tarafından seçilmedi. Habertürk’ten görevine son verilen Yiğit Bulut, 2012 yılında Başbakanın başdanışmanı oldu.  Bir diğer önemli gelişme ise Habertürk Ankara Temsilci Muharrem Sarıkaya’nın görevine son verildi.  Yerine getirilen isim ise çok şaşırtıcı. Zaman Gazetesi’nde “Başbakanlık Muhabiri” olarak çalışan Erdal Şen getirildi.  Zaman Gazetesi’nin ardından bir süre Sabah Gazetesi’nde AK Parti ve Parlamento muhabirliği görevinde bulunan Erdal Şen, daha sonra Habertürk’e transfer oldu, gazetede Haber Müdürlüğü görevinin yanı sıra AK Parti ve Başbakanlık muhabirliğini de beraberinde sürdürmüştü. Oysa ki  Fatih Altaylı Nuriye Akman’a verdiği söyleşi de “bir gazetecinin kimliği veya partisi olmaz, bu olduğu zaman iş bitmiştir” diyordu.  Diğer yandan Fatih Altaylı’nın  demeçlerine veya söylemlerine bakarsak, ne kadar taraflı, devletten bağımsız düşünmediğini çok net anlayabiliriz. Habertürk internet sitesi, seks işçileri için planlanan vergi düzenlemesine ilişkin habere "Hayat kadını ya verecek, ya verecek" başlığını koymuştu. Keza Gülay Göktürk orduyu eleştirdiği için Fatih Altaylı’nın söylemlerine maruz kalmıştı. Gülay Göktürk'e, "O ordu senin bacak aranı da koruyor" demişti. Eren Keskin ise Ordu kadınlara tecavüz ediyor dediği için Fatih Altaylı “Eren Keskin'i gördüğüm yerde cinsel tacizde bulunmazsam namerdim" demişti. Bir diğer örnek vermek gerekirse Ece Temelkuran’ın görevine son verilmesinin elbette ki temel nedeni farklı bir düşüncede  ve hükümetin istemediği bir şahıs olması. Habertürk’ün ne kadar yanlı ve ne kadar sabit fikirli olduğu gözler önünde. Diğer şekilde gazeteci dediğimiz tarafsızdır. Devlete ve orduya laf söyletmeyen birinden gazeteci olması mümkün müdür?

Sonuç

Türkiye’de medyanın ekonomi politiğinin bir örneğini teşkil eden Habertürk Gazetesi’ni ve Ciner Grubunu ele aldık. Türkiye’de özellikle iş adamlarının ve dev şirketlerinin medya sektöründe boy göstermesi devletin ideolojik aygıtlarını kavramak için çok önemlidir. Gramsci, Althusser  ve  Noam Chomsky’nin medya için söyledikleri ne kadar da doğru. Güç, ekonomi, medya ve siyaset tam iç içe girmiş. Özellikle büyük iş adamları arkadaki ilişkilerini saklamak veya ticaretleri için medya nasıl bir araç olarak kullandıkları gözler önünde. Devletin ve hükümetlerin baskısı altında olma sorunları kadar, kendi sermaye yapılarından ve ideolojik tercihlerinden kaynaklanan veya resmi ideolojinin yeniden üretimi gibi birçok sorunları var medyanın. Devletin ideolojik aygıtı olmaktan kurtulamayan, devletin ideolojini yeniden üreten, cinsiyetçi ve çıkar grupların pençesinde olan medya, devleti denetleyen dördüncü güç olmaktan ziyade onun ve sermayedarların denetimi altında söylemler tekrarlanıyor.


Kaynaklar;

1 Referans Gazetesi, “Tezgahtarlıktan Dolar Milyarderliğine.” 30 Mart 2005
2 Ceren Sözeri, Dilek Kurban “Türkiye’de medya ekonomisi” s.451
3Ceren Sözeri, Zeynep Güney “Türkiye’de Medyanın Ekonomi Politiği: Sektör Analizi” s.50
4 Ceren Sözeri, Dilek Kurban “Türkiye’de medya ekonomisi
Ceren Sözeri, Dilek Kurban “Türkiye’de medya ekonomisi





 Yazan: Şafii ÇELİK