13 Mayıs 2013 Pazartesi

YAZI TURA FİLMİNİN ELEŞTİRİSİ


Yapım: 
2004 - Türkiye ,  Yunanistan

Tür:
Yönetmen:
Oyuncular:
Senaryo:


YAZI TURA FİLMİNİN ELEŞTİRİSİ
Yazı Tura filmi beklediğimin çok üstünde bir film olduğunu söyleyebilirim. Film hem sosyolojik hem de politik değerlere dokunuyor. Güneydoğu’da çatışmaya girmiş ve bir şekilde kendinden bir şeyler veren ve gazi olan iki gencin toplumda var olma-olamama sorununu ele alıyor. Aslında artık hiçbir şey eskisi gibi değildir. Toplumun onlara bakışı farklı olmuştur. Bekledikleri saygı ve değeri görememişlerdir. Filmin başrol oyuncuları olan Olgun Şimşek bir ayağını kaybetmiş, Kenan İmirzalıoğlu ise patlamanın sesi ile duymama sorunu yaşıyor. Yönetmen Uğur Yücel, filmi iki iyi oyuncu üzerinde iki film gibi göstermiş ve bu konuda başarılı olduğunu söyleyebilirim.
Nadire Mater’in Güneydoğu’da savaşmış askerlerin hayatını kaleme aldığı bir söyleşide genç asker şöyle demektedir: “Gazi olmanın mükafatı, kız da vermiyorlar!”(mater,1998) Evet, Olgun Şimşek’in durumu tam da budur. Eski sevgilisini dağda öldürdüğü için bunalıma giren Olgun Şimşek, mayına basar ve tüm hayatı değişir. Başka bir kız ile evlenmek ister ama sakat olduğu için kızı vermezler. Kızı ve kızın ailesinin bakışı tamamen Olgun Şimşek’e karşı değişmiştir. Türkiye toplumuna bakıldığında daha çok sahip çıkılması gereken biri olmasına rağmen, gereken ilgiyi ve saygıyı göremiyor. Hatta bazen alay konusu olma söz konusudur. Olgun şimşek ise “sizin için kendimi feda ettim” sözlerine rağmen değişen pek bir şey olmuyor. Tüm bu olumsuzluklara rağmen uğruna savaştığı değerleri taşımak istiyor. Örneğin ay yıldız forma ve ay yıldızlı kolye bunun en önemli simgeleridir.
Güneydoğu’da PKK ile çatışması da beraberinde sivil hayata korku, gerilim ve psikolojik sorunları getirmiş. Özellikle yanında silah taşıması, çatışmanın izlerinin sivil hayata yansıtıldığını ve bir anlamda bir korkunun hakim olduğunu söyleyebiliriz. Diğer yandan öldürdüğü sevgilisinin sürekli rüyalarına girmesi ona psikolojik açıdan  zarar vermiştir. Arkadaşları ile sürekli sorun yaşamasına neden oluyor. Topluma var olamama ve toplumda beklediklerini alamama onu intihara götürmüştür.
Filmin bir diğer hikayesi ise Kenan İmirzalıoğlu’nun başından geçiyor. Kenan İmirzalıoğlu’da gazi olarak sivil hayatta var olmaya çalışıyor. En büyük rüyası “Gazi Büfe” açmak.  Gazi Büfe açmak istemesi bile aslında bize birçok şeyi anlatıyor. Bir anlamda gazi olması, ona onur veriyor. Ayrıca askerde yaşadıklarını bir anlamda simgesel olarak sivil hayata taşıyor. Şiddet kullanması ve büfenin ismi bunlara örnek. Fakat sivil hayatta karşılaştığı askeri simgeler onu rahatsız ediyor. Özellikle insanların çoğunlukta olduğu bölgelerde askeri simgeleri çağrıştıracak bir şeyler bulması onu bunalıma sokuyor.
Kenan İmirzalıoğlu aslında sadece bir psikolojik sorun değil birden fazla psikolojik sorun yaşıyor. Abisinin eşcinsel olması ve üvey annesinin Yunanistanlı olması ona birçok sorun getirmiştir. Yönetmen Türk halkının, Yunan halkına bakış acısını ve toplumda eşcinselliğin bakışını iyi incelemiş.
Sonuç olarak; Güneydoğu’da savaşmış ve bir şekilde gazi olarak memlekete geri dönen insanların psikolojik sorunlarına değiniyor. Kendi deyimleri ile “sizin için savaştık” söylemleri aslında toplumda pek de kabul görmüyor. Toplum tarafından saygı duyulmadığı gibi aşağılanma söz konusudur. Savaşın izleri hemen her zaman karşılarına çıkıyor. Bir ömür boyunca korku, gerilim ve psikolojik sorun ile baş başalar.

ÇAV BELLA’NIN DEĞERLENDİRİLMESİ





ÇAV BELLA’NIN DEĞERLENDİRİLMESİ
Çav Bella şarkısının Türkiye’de farklı kesimlerce nasıl yorumlandığına veya değiştirildiğine geçmeden önce, Çav Bella şarkısının kökenine ve çıkış nedenine bakmakta fayda olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de özellikle Grup Yorum’un seslendirdiği şarkı, İtalyanca olup şarkının gerçek adı Bella Ciao (Elveda Güzelim)’dir. Bu şarkı özellikle İtalyan devrimcileri veya partizanları tarafından söylenmektedir. Bir zamanlar İtalya'nın kuzeyindeki Po Ovası'nda pirinç tarlalarında zor, hattâ sefil koşullarda çalışan işçilerin söyledikleri bu isyankâr şarkının bestecisi ve söz yazarları bilinmemektedir. Şarkının sözlerine göz attığımız da  işçinin ezildiği ve sömürüldüğüne fakat aynı zamanda bir umut beslediklerini de söyleyebiliriz.
Grup Yorum aslında bu şarkıyı Türkçeye çevirmemiş. Şarkıda bir değişiklik yapmış ve yeni bir yorum getirmiş. Bağlı olduğu siyasi gelenekten dolayı şarkıyı biraz daha ulusal bir yapıya dönüştürdüğünü söyleyebiliriz. “Elleri bağlanmış bulduğum yurdumun, her yanı işgal altında” gibi cümleler bir anlamda ulusal bir değer katmıştır. Her ne kadar ulusal bir çizgiyi ben hissettimse de, şarkının çıkış amacına ve o söyleme pek uzak kalmamıştır. Bu yüzden şarkının hakkını verdiğini söylemekte fayda vardır. Kendisi de aynı zamanda sol bir söyleme sahip ve yorumladığı şarkıda da bunları yansıtabilmiştir.
Anadolu Gençlik Derneği’nin gençleri de bu şarkıya farklı bir yorum getirdi veya farklı bir şekilde kendilerine uyarladılar. Nasıl uyarladıklarına geçmeden önce AGD’nin ne olduğuna bakalım. AGD Saadet Partisi’nin bir anlamda gençlik örgütlenmesidir. İslami kesimde söz sahibi olduklarını söyleyebiliriz. Her ne kadar muhafazakar bir söyleme sahip olsalar da soldan etkilendiklerini söyleyebiliriz. Ortadoğu ve Latin Amerika’da görülen gerilla savaşı aynı şekilde iki kesimi etkileşim içinde bırakmıştır. Bu yüzden çoğu da marşları ve şarkıları bilinir ve bazen de birbirine uyarlanır. AGD’nin söylediği Çav Bella tamamen değiştirilmiştir. Sol ve sosyalist bir söylemede sahip değildir şarkı. Aslında AGD  sosyalistler için pek de olumlu şeyler düşünmüyor. Fakat gidip şarkılarını veya marşlarını kendine uyarlıyor.  Bu bir paradokstur. Şarkının sözlerine baktığımız da ise hep dini semboller ve simgeleri görebiliyoruz. Fakat sosyalist kesime bir hakaret veya nefret suçu barındıracak bir söz yoktur.
Milliyetçi kesim de farklı bir yorumda bulunmuştur. Grup Yorum veya AGD’nin uyarlamasından çok ama çok farklı. Hep o mücadeleyi veren insanlardan nefret edeceksin hem de gidip onların şarkılarını veya marşını kendine göre uyarlayıp hakaret edeceksin. Bu en büyük paradoks olduğu kadar kendi varlığını da bir anlamda yok saymaktır. Aslında onlara hakaret ettiğini düşünüyordu ama yeni bir şey ortaya koyamama kendine en büyük hakarettir. Şarkıda mafya tarzı bir söylemin varlığı olduğu kadar öteki kavramına hakaret var. Başbuğ, hilal ve hak yolu olumlu bir üçgen olarak kullanılıyor. Partizan veya sosyalist kesime ise olumsuz bir anlam yükleniyor. Burada şarkının veya marşının katledildiğini çok rahat söyleyebiliriz.




TOL’UN ELEŞTİRİSİ



TOL’UN ELEŞTİRİSİ

Murat Uyurkulak, iyi bir şair ve iyi bir gözlemci olduğuna hiç şüphem yok. Romancı demek pek mümkün değil diyordum kitabı okumadan. Ama yanıldığımı itiraf ediyorum. Türkçeyi bu kadar güzel kullanan ve  kelimelerle adeta oynayan bir romancıyı son zamanlarda hiç görmemiştim. Bir anlamda var olan bütün romanlardan farklı bir kurgu ve yapı içinde. Farklı bölümlerde farklı insanlar anlatıladursun, bu anlatılan kişilerin kim olduğunu öğrenmek için adeta çaba harcıyorsun. Yazar hazır lokma vermiyor. Vermediği gibi kitabı bulmaca haline dönüştürmüş. Tabi bulmacanın bazı yerlerinde çok takıladurdum. Yazar her ne kadar çok betimlemeler kullansa da, okuyucu bir şekilde kitaba gömemiyor. Lakin siyasi tarih bilgimden mi yoksa siyasi betimleme ve olaylarda beni içine çekebildi. Kendimi 1960 ile 1970’lerde gördüm çoğu zaman. Bazen Deniz, Mahir ve bazen devletin kurduğu çetelerin arasında gördüm. O dönemleri yaşamışım gibi, Deniz, Mahir, Kürt siyasi önderler, Abdullah Çatlı, Yeşil, öğrenci kavgaları ve kanlı 1 mayıs olayları hepsi gözlerimin önünde bir şerit gibi geçti. Bu olayların yazarın mutlaka hayatının bir parçası olduğunu düşüyorum. Örgütlenme biçimi, eylem uzmanlığı, yalnızlık duyusu ve devrimi gerçekleştirememe bunların başında geliyor. Keza yarın Aydın doğumlu olması, İzmir’de yaşaması bir anlamda kitabın mekanları arasında yer alıyor. !960 dönemini ve 60 gençliği hatta bu dönemde sol ve sağ gençliğin haleti ruhiylerini iyi anlatmaktadır. Devrim sürekli devrim ve her alanda devrime gönül bağlamış ve bunun gerçekleşememesi sonucu hayal kırıklığına uğramış insanların hikayesi.

Yazarın daha önce şair olması romanını farklı kılmıştır. Dil olarak şiirsel bir dersek te romancı bir dilinin olmadığını inkâr edemeyiz. Dili adeta Yaşar Kemal’in İnce Memed kitabı gibi temiz ve betimlemelerle dolu, Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi kitabı gibi betimlemeler kullanmış. Ne yalan söyleyeyim, Yaşar Kemal ve Orhan Pamuk bu alanda çok daha başarılı. Toros dağlarını ve Çukurova’yı beynimde şekillendiren ve kitabı okuduğum da o dağ ve ovalarda olayı yaşıyor gibi olurdum Keza Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi kitabını  sıkıla bıkıla okusam da bana Nişantaşı, Teşvikiye ve Beyoğlu’nun birçok yerinde görme isteği yarattı. Aylarca gözüm o kitaptaki yerlerde dolaştı. Siyasi bir roman olduğu için de yazar bir şekilde yaşanmış olayları gözlerimizde canlandırabildi. Dilinin küfürlü olması, kelimelerin bozuk olması ve harflerin eksik olması ayrı bir anlam ve güzellik katmıştı romana.