21 Ocak 2014 Salı

Dağların çevrelediği kent: Erzincan




Sabahın ilk ışıkları ile yola koyuldum. Erzincan'da Kürt Aleviler üzerine derinlemesine mülakat yapacaktım. Arkadaşlarıma Bingöl, Muş, Dersim, Malatya ve Sivas illeri düşerken; bana Erzincan ili düştü. Nedense ben Erzincan ili dışında tüm illere gitmek istemiştim. Dersim ve diğer illerin geçmişte yaşadığı olayları düşünürken; Seyyid Rıza'nın görkemli duruşu hayal ederken, Erzincan'a gideceğim söylendiğinde hafiften bir hayal kırıklığına uğramışlığım oldu. Bu hayal kırıklığım uçağın Erzincan Havalimanı'na doğru alçalmasıyla değişti. Uçaktan  Erzincan'ın dört tarafı dağlarla çevrili ve bu dağların en görkemlisi ise Munzur olduğunu görünce, Dersim'den farklı bir yer olmadığını anladım. Özelikle Fırat  Nehri'nin Munzur Dağı'nı yalnız bırakmaması ayrı bir duyguya neden oldu. Mehmet Uzun'un Dicle'nin Yakarışı  adlı kitabında Dicle'nin insanların uğradığı katliamlara nasıl tanık ettiği ve yakarış ettiğini dile getirmekte. Aslında Fırat'ta bu bölgede bu görevi görüyordu. İnsanların yaşadığı acılara tanıklık eden bir Munzur bir de Fırat vardı.

Uçağımızın indiği havalimanı modernlik anlamında bölgenin en iyisi olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle Ulaşım Bakanı Binali Yıldırım'ın Erzincanlı olması şehre "torpil" yaptığını görüyoruz. Otele doğru yol alırken, arabasına bindiğimiz amca Erzincan’ın toplumsal yapısı, ekonomisi ve tarihteki yapısına değindi. Erzincan’ın iki büyük deprem(1939-1992)yaşadığı ve bu depremler yüzünden şehir merkezinin değiştiğini söyledi. Şehir iki büyük deprem yaşadığından büyük binalara rastlamak mümkün değil. Görebileceğiniz en yüksek bina 5-6 katlıdır. İkinci dünya savaşında harap olan ve yeniden inşa edilen şehirleri andırıyor Erzincan. Ana ve ara yollar geniş, kaldırımlar düzenli bir şekilde yapılmış. Evlerin büyüklük küçüklük yapısına göre adeta farklı mahalleler oluşturulmuş.

Üçüncü Ordu'nun ve Erzincan Üniversitesi'nin ilde yer alması, her 50 metrede bir otel görmenize neden oluyor.


Otele eşyalarımızı bıraktıktan sonra hemen Kürt Alevi bulmaya çalıştık. İlk gittiğimiz yer ise Pir Sultan Abdal Derneği. Dede (Alevilikte Ehli Beyt soyundan gelen içtimai ve dini liderlere verilen addır) ile konuşmaya başlayınca bir anda oda doldu. Tek kişi ile görüşmeye başladık ama bir anda oda on kişi buldu. Devletin onlara hiç gitmediğini bir anda anlamış olduk. Her sorduğumuz soruya hararetli cevaplar gelmeye başladı. Herkes biz devletmişiz gibi içindeki tüm biriktirdiklerini anlattılar. Yavaş yavaş oda boşalmaya boşaldıkça yenilerin geldiği bir yer haline geldi. Sorduğumuz sorulara herkes kendince cevap hakkı bularak "bu soruya ben cevap vermek istiyorum" diyerek başladı ve ilk görüşmemiz iki saatten fazla sürdü. Kendimizi hemen şehrin en güzel döneri yapan Evin'e attık. Etli yemeklerin vazgeçilmez yeri. Ben ve hocam yemeklerin tadı damağımızda kalarak ayrıldık. Mado, Paradise ve daha birçok kafe mekanımız oldu bu görüşmelerde. Kafeler bakımında da Erzincan gelişmiş bir yerdi. İlk iki gün Erzincan Merkez'de görüşmemizi devam ettirdik. Sonraki günler yolumuz Kemah, Tercan ilçelerine ve dağ köylerine düştü.

Kemah'a yol alırken arabanın şoförü bize rehberlik etti. Kemah'a yaklaşırken bizi bir köprüde durdurdu. Köprünün hemen yanında kayalık olan bir dağın ikiye ayrıldığını ve iki parçaya ayrılan dağın arasında Fırat'ın geçtiğini gösterdi. Bu dağın ikiye ayrılmasını Hz. Ali'nin Zülfikar kılıcı ile yaptığını belirtti. Birkaç tane fotoğraf çektikten sonraki durağımız Selçuklular döneminde kalma Melik Şah Türbesi oldu. Kayalıkların üzerinde olan Kemah Kalesi de ziyaret ettiğimiz yerlerden biriydi.



Kemah ve köylerinde görüşmeler yapmaya başladığımız da Alevilerin burada Sünni kesime oranla daha yoğunlukta yaşadığını gördük. Yetmiş dört köyün yarısından fazlasının Alevilerin elinde olduğunu ve onların deyimi ile kendilerini dağa vurduklarını öğrendik. Kemah’a bağlı Mermerli Köyü’ne vardığımızda bizi karşılayan köy muhtarı bizi köy kahvehanesine götürdü. Sohbet o kadar güzel ve akıcıydı ki bir saat zaman diliminde dört demlik çayın bittiği fısıltı şeklinde kulaklarımıza geldi. Halk hem devletten hem de siyasi partilerden şikayetçiydiler.

Sadece seçim zamanında uğranılacak yer olmak istemiyorlar. PKK’nin yıllarca dağ köylerinde yaşayan Alevilerden yardım istemesi ve Alevilerin PKK’ye yardım etmesi halinde de devlet ve Sünni kesimlerce hedef sayıldığı; yardım etmemesi halinde de PKK ile sorun yaşadıklarını dillendiren vatandaşlar, devlet ile PKK arasında kalarak şiddet gördüklerini belirttiler. İşkencelere ve katlıma maruz kaldıklarını söylerken de barış kavramı ise olmazsa olmazlarıydı. Köy kahvehanesinde çayları yudumlarken, masalarda okey oynayan işsiz gençlerle ülkenin gidişatını konuştuk. Neredeyse her ailenin bir ferdi Avrupa’ya göç etmiş. Onlarda kamuya yerleşememekten dert yakındılar. Hükümetin izlediği veya izleyemediği politikaları eleştirdiler.




Ertesi gün Tercan'ın Bozağa köyüne gittik. Bir eve davet edildikten sonra hemen tanışma merasimine geçtik. Tabi bizim gözümüz duvardaki Hz. Ali, Atatürk ve ailenin diğer fotoğraflarına ileşti. Sanki duvarda cumhuriyetin ilk yıllarında kalma şapkalar ve kilimler vardı. Tam bir köy evini andırıyordu. Çaylar ve lokumlar ikram edildikten sonra sorulara geçildi. Aslında merkezde ve köylerde yaşayan Alevilerin birbirinden çok farklı olduğu açıktı ama hepsinin birleştiği tek bir nokta vardı, o da "ötekileştirildikleri"

Son gün gelip çatmıştı. Zaman beklediğimden çok ama çok hızlı geçmişti. Bu kadar memnun kalacağımı hiç düşünmemiştim. Bir anda kendimi dışarıya vurdum, alış veriş yapmak gerekir diye. Beraber gittiğim hocalarım, bal, tulum beyniri ve el işlemeleri bakırları alırken bende el işlemeli çaydanlık aldım. Erzincan bakır el işlemeli sanatı ile çok ilerde. Her ne kadar fiyatları  kabarık görülse de satın almaya değdi. Havalimana yol alırken içimde bir burukluk vardı. Bu güzelim şehri ve doğayı bırakıp, İstanbul'un trafiğine, binalarına, çevre kirliliğine ve gürültüsüne gitmek beni sinir etti.



1 yorum:

  1. Gün gelmiyor ki bir gezi notu başlığında Ankara da konu edilsin...

    YanıtlaSil