Uçağımızın indiği havalimanı modernlik anlamında bölgenin en
iyisi olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle Ulaşım Bakanı Binali Yıldırım'ın
Erzincanlı olması şehre "torpil" yaptığını görüyoruz. Otele doğru yol
alırken, arabasına bindiğimiz amca Erzincan’ın toplumsal yapısı, ekonomisi ve
tarihteki yapısına değindi. Erzincan’ın iki büyük deprem(1939-1992)yaşadığı ve
bu depremler yüzünden şehir merkezinin değiştiğini söyledi. Şehir iki büyük
deprem yaşadığından büyük binalara rastlamak mümkün değil. Görebileceğiniz en
yüksek bina 5-6 katlıdır. İkinci dünya savaşında harap olan ve yeniden inşa
edilen şehirleri andırıyor Erzincan. Ana ve ara yollar geniş, kaldırımlar
düzenli bir şekilde yapılmış. Evlerin büyüklük küçüklük yapısına göre adeta farklı
mahalleler oluşturulmuş.
Üçüncü Ordu'nun ve Erzincan Üniversitesi'nin ilde yer alması,
her 50 metrede bir otel görmenize neden oluyor.
Otele eşyalarımızı bıraktıktan sonra hemen Kürt Alevi bulmaya
çalıştık. İlk gittiğimiz yer ise Pir Sultan Abdal Derneği. Dede (Alevilikte
Ehli Beyt soyundan gelen içtimai ve dini liderlere verilen addır) ile konuşmaya
başlayınca bir anda oda doldu. Tek kişi ile görüşmeye başladık ama bir anda oda
on kişi buldu. Devletin onlara hiç gitmediğini bir anda anlamış olduk. Her
sorduğumuz soruya hararetli cevaplar gelmeye başladı. Herkes biz devletmişiz
gibi içindeki tüm biriktirdiklerini anlattılar. Yavaş yavaş oda boşalmaya
boşaldıkça yenilerin geldiği bir yer haline geldi. Sorduğumuz sorulara herkes
kendince cevap hakkı bularak "bu soruya ben cevap vermek istiyorum"
diyerek başladı ve ilk görüşmemiz iki saatten fazla sürdü. Kendimizi hemen
şehrin en güzel döneri yapan Evin'e attık. Etli yemeklerin vazgeçilmez yeri.
Ben ve hocam yemeklerin tadı damağımızda kalarak ayrıldık. Mado, Paradise ve
daha birçok kafe mekanımız oldu bu görüşmelerde. Kafeler bakımında da Erzincan
gelişmiş bir yerdi. İlk iki gün Erzincan Merkez'de görüşmemizi devam ettirdik.
Sonraki günler yolumuz Kemah, Tercan ilçelerine ve dağ köylerine düştü.
Kemah'a yol alırken arabanın şoförü bize rehberlik etti.
Kemah'a yaklaşırken bizi bir köprüde durdurdu. Köprünün hemen yanında kayalık
olan bir dağın ikiye ayrıldığını ve iki parçaya ayrılan dağın arasında Fırat'ın
geçtiğini gösterdi. Bu dağın ikiye ayrılmasını Hz. Ali'nin Zülfikar kılıcı ile
yaptığını belirtti. Birkaç tane fotoğraf çektikten sonraki durağımız
Selçuklular döneminde kalma Melik Şah Türbesi oldu. Kayalıkların üzerinde olan
Kemah Kalesi de ziyaret ettiğimiz yerlerden biriydi.
Kemah ve köylerinde görüşmeler yapmaya başladığımız da
Alevilerin burada Sünni kesime oranla daha yoğunlukta yaşadığını gördük. Yetmiş
dört köyün yarısından fazlasının Alevilerin elinde olduğunu ve onların deyimi
ile kendilerini dağa vurduklarını öğrendik. Kemah’a bağlı Mermerli Köyü’ne
vardığımızda bizi karşılayan köy muhtarı bizi köy kahvehanesine götürdü. Sohbet
o kadar güzel ve akıcıydı ki bir saat zaman diliminde dört demlik çayın bittiği
fısıltı şeklinde kulaklarımıza geldi. Halk hem devletten hem de siyasi
partilerden şikayetçiydiler.
Sadece seçim zamanında uğranılacak yer olmak
istemiyorlar. PKK’nin yıllarca dağ köylerinde yaşayan Alevilerden yardım
istemesi ve Alevilerin PKK’ye yardım etmesi halinde de devlet ve Sünni kesimlerce
hedef sayıldığı; yardım etmemesi halinde de PKK ile sorun yaşadıklarını
dillendiren vatandaşlar, devlet ile PKK arasında kalarak şiddet gördüklerini
belirttiler. İşkencelere ve katlıma maruz kaldıklarını söylerken de barış
kavramı ise olmazsa olmazlarıydı. Köy kahvehanesinde çayları yudumlarken,
masalarda okey oynayan işsiz gençlerle ülkenin gidişatını konuştuk. Neredeyse
her ailenin bir ferdi Avrupa’ya göç etmiş. Onlarda kamuya yerleşememekten dert
yakındılar. Hükümetin izlediği veya izleyemediği politikaları eleştirdiler.
Ertesi gün Tercan'ın Bozağa köyüne gittik. Bir eve davet edildikten sonra hemen tanışma merasimine geçtik. Tabi bizim gözümüz duvardaki Hz. Ali, Atatürk ve ailenin diğer fotoğraflarına ileşti. Sanki duvarda cumhuriyetin ilk yıllarında kalma şapkalar ve kilimler vardı. Tam bir köy evini andırıyordu. Çaylar ve lokumlar ikram edildikten sonra sorulara geçildi. Aslında merkezde ve köylerde yaşayan Alevilerin birbirinden çok farklı olduğu açıktı ama hepsinin birleştiği tek bir nokta vardı, o da "ötekileştirildikleri"
Son gün gelip çatmıştı. Zaman beklediğimden çok ama çok hızlı
geçmişti. Bu kadar memnun kalacağımı hiç düşünmemiştim. Bir anda kendimi
dışarıya vurdum, alış veriş yapmak gerekir diye. Beraber gittiğim hocalarım,
bal, tulum beyniri ve el işlemeleri bakırları alırken bende el işlemeli
çaydanlık aldım. Erzincan bakır el işlemeli sanatı ile çok ilerde. Her ne kadar
fiyatları kabarık görülse de satın almaya
değdi. Havalimana yol alırken içimde bir burukluk vardı. Bu güzelim şehri ve
doğayı bırakıp, İstanbul'un trafiğine, binalarına, çevre kirliliğine ve
gürültüsüne gitmek beni sinir etti.
Gün gelmiyor ki bir gezi notu başlığında Ankara da konu edilsin...
YanıtlaSil